Fare ve Karga - 1 - Fantastik
- Zumrut Tanrioven
- 21 Kas 2024
- 31 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 12 Oca
Evine kemik getiren tüyleri dökülmüş bir karganın sevgilisi Pınar Yalçınkaya ve ele avuca sığmaz, arıların çiçek sanıp kovaladığı İrem Üstek bu hikayenin oluşmasını sağladı.

BÖLÜMLER
1.BÖLÜM: KARGA
2.BÖLÜM: FARE
3.BÖLÜM: KARGALAR KENTİ
4.BÖLÜM: ANLAŞMA
5.BÖLÜM: BÜYÜLÜ KALE
6.BÖLÜM: WOLFGANG
7.BÖLÜM: KEMİK
8.BÖLÜM: LEO
9.BÖLÜM: GÜN DOĞUMU
10.BÖLÜM: KAHVELİ KURABİYE
1.BÖLÜM: KARGA
Karanlık çok uzun zamandır şehri esir almıştı. Öyle ki kimsenin ne hali ne de keyfi yerindeydi. Hergün bir sonraki gün, tepelerini kapayan karanlığın çekileceğini umarak ve güneşi yeniden görecekleri o anı bekleyerek geçiyordu.
Mürekkep rengi saçlarından elini geçirdikten sonra, bir türlü onu esir alamayan uykudan vazgeçmiş halde düşüncelere dalan Jack, kapısının çalınmasıyla yerinden zıpladı. Eğer konu huysuzluksa, uykusunu alamamış bir Jack’den daha etkilisi zor bulunurdu.
Kapıda onu karşılayan kalın dalgaları olan kadın fısıldayarak merhaba bile demeden sormuştu. “Karga sen misin?” Bunu öylesine esrarengiz bir şekilde ve tuhaf çekiciliğiyle söylemişti ki Jack önce tepki veremedi. Sonra müthiş hızlı bir şekilde geri dönüp onu sömüren huysuzluk hissiyle konuşmaya karar verdi. “Bunun için daha erken bir saati beklemeni ne engelledi, çok merak ediyorum minik fare?” Kadın alınmış gibi gözlerini kısıp ona arsızca baktı. “Minik fare mi? Bunu hak ettiğimi düşünmüyorum.” Jack kaşlarını kaldırıp bir an çarpık bir gülümsemeyle ona baktı. “Neyi hak edip etmediğine ben karar veririm çünkü benim evimdesin. Üstelik gecenin bu saatinde.”
Kadın hiç bir şey söylemeden onun kapı ile kiriş arasında duran kolunun altından geçerek içeriye girdi. Jack için ikinci şok burada başlamıştı. “Sen…” cümlesine hırçın bir şekilde başlamak isterken, kendini koltuklardan birine atan kadın ona baktı. “Gecenin bu saati mi? Sabah olduğunda anlayabiliyor musun? Zaten hep karanlık. Ne fark eder ki? Ha şimdi ha sonraki saatlerde. Her türlü karanlık oluyor. Belli ki uyumamışsın. Mum ışıklarını görmüştüm. Seni yatağından kaldıracak kadar kaba değilim.” Jack onu anlamlandırmakta zorluk çekiyor gibi yeniden kaşlarını kaldırdı. “Bence her şeyi yapabilecek kadar kaba birisin fare. Şimdi hızlıca neden buraya geldin anlat ve git.”
Söylediği hiçbir şeyden alınmış gibi görünmeyen kadın kollarını bağladı ve koltuğun yanından bacaklarını sarkıtıp tamamen kargaya odaklandı. “Sana en zengin hırsız, hırsızların kralı diyorlar. Bu doğru mu?” Karga bir an yeniden sakince ona bakmaya devam etti sonra bu söylenenle gururu okşanmış hissederek “evet, mücevherlerim ve altınlarım çoktur. Fakat konunun nereye bağlanacağını hala anlamadım.” Nihayet Jack de tezgahından atıştırmak için eline aldığı dilimlenmiş elma kasesiyle diğer koltuğa oturdu. “Konu şu, bu karanlığın neden olduğunu biliyor musun?” fare heyecanlı bir şekilde bu kez de koltukta bağdaş kurmuştu. Jack onu takip ederken yorulduğuna karar verdi. Yerinde duramıyordu. Fare doğru bi lakap olmuştu. “Neden bileyim ki? Ben saraydan değilim. Onların işi bu. Kristaller bulsun. Benimle ilgisi yok.”
Kadın yeniden pozisyonu değiştirip ona doğru eğilip öfkeyle gözlerini kıstı. “Bu huysuzluk hep mi var yoksa genel olarak yanlışlıkla zengin olmuş bir aptal mısın?” Jack başını sağa yatırıp ona meydan okuyan gözlerle baktı. “Kaba olma minik fare, canını yakabilirim, ne olduğunu anlamazsın.”
“Ah, erkek gücü mü diyorsun?”
Jack kafası karışmış bir şekilde başını sallarken “ne alakası var be? Sinirleniyorum demek istiyorum. Kadın olduğun için seni zayıf görecek kadar aptal mı görünüyorum ordan?” Kadın bu cevaptan daha memnun kalmış gibi rahatlayarak arkasına yaslandı. “Kristallerin bir şey bildiği yok. Sarayın bunu önemsediği de yok. Bizim yapmamız gerekiyor.”
Jack bir kahkaha attıktan sonra bir dilim daha elmayı ağzına attı. “Biz mi? Seni birkaç dakikadır tanıyorum minik fare, hatta eğer artık izin verirsen evimden çıkmanı ve sonra da uyumak istiyorum.”Kadın bir anda gözlerinde yanan eflatun rengine dönüşmüş enerjiyle tek elini kaldırdı ve iki parmağını şıklattı. Karga onu anlamaya çalışıyordu. Gözlerindeki kahverenginin bir anda eflatuna dönüşmesi yeterince garipti ama daha garip olan yavaş yavaş onu terk etmeye başladığını hissettiği havaydı. Tabağı yere düşürüp, elini istemsizce boğazına götürmüştü. Onu boğuyordu. Hem de bir parmak şıklatmayla. Görüşünün bulanmaya başlamasıyla başı önüne düşmeye başlamıştı ama son anda bir şıklatma daha duydu ve hava ciğerlerine yeniden dolmaya başladı. “Sen…?” daha kendine gelememişti ama öfkesi onu hançerini almaya zorluyordu. Bu kadın kimdi?
“Beni zorlama karga. Sana bir şey anlatmaya çalışıyorum.” Bunu o kadar doğal ve az önce bunlar yaşanmamış gibi söylemişti ki, Jack bunun daha korkutucu olduğunu düşündü. Gözleri de normale dönmüştü. Yeniden kahverengilerdi. “Ayrıca…” Jack’in nihayet doğrulup, tabağı yeniden yerden aldığını gören kadın konuşmaya devam etti. “Bu yaptığım için özür dilerim, bazen kendimi kaybedebiliyorum. Önemli bir konu için buradayım, inan bana.”
“Konu her neyse anlat ve evimden defol fare, gerçekten canımı yeterince sıktın.” Kadın bu kez sinirlenmemişti. Aslında bu tepkiye daha çok hak veriyor gibiydi. “Ben kasabamın tek büyücüsüyüm. Hepimiz çok zorlanıyoruz ve ailelerimiz mutsuz. Sarayın da bir bok yapacağı yok. O yüzden araştırdım. Geçen gece bir handaydım ve bu şehrin zaman zaman saraya blie sözü geçen adamlarından biriymişsin. Biri senin hakkında konuşuyordu. Ben de beni bu karanlığın sebebi olan şeye ulaştırabilirsin diye düşündüm.”
Karga iç çekti. Söylediği şey büyük bir sorundu. Bu konuda ona hak veriyordu çünkü kendi kız kardeşini de bu karanlık yüzünden kaybetmişti. Fakat bu işin aynı derecede tehlikeli olduğunu, burnunu sokmaması gerektiğine de emindi.
“Rahatım yerinde, hırsız kralım, hiçbir şeye ihtiyacım yok. Üstelik sarayın dahil olmak istemediği bir şeyin pek de iyi olmadığını varsayıyorum. Söyler misin tam olarak benim bunu yapmak istediğimi nerden çıkardın?”
Kadın başını sağa sola sallarken “bencil bir hıyar olman dışında, sevecen bir tarafın olduğunu umuyorum. O yüzden bir çok nedeni olmasına rağmen sadece seni etkileyebilecek olanı seçeceğim. Kardeşin bize yardım etmek için öldü. Bunu bizim için yapıyordu. Senin aksine insanları önemsediği için yapıyordu. Ama öldürüldü. Benim en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Seni sadece handa övdüler diye evini bulduğumu düşünmedin değil mi?”
Jack bir an içine işleyen ve kanını bile yakarak acıtan anılarla gözlerini duvardaki tabloya çevirdi. Küçük bir tabloydu ama çok daha küçükken, onu çizmişti. Bunu sanki, ileride ihtiyacı olacağını biliyormuş gibi sık ve özenli yapardı. Gözlerinin dolmasını engellemek için yumruklarını sıktı. Sugi. Hayatındaki en güzel şeydi. Bir anda gitmesinin sorumlusu kendisi miydi? Bunu hep düşünmüştü. Ancak belli ki başka nedenleri de vardı. Bu kadın… gözleri fareyle buluştu. Bir insanı nasıl motive edeceğini biliyordu.
“Sugi’yi nereden tanıyordun?” Bir anda evin içindeki atmosfer ve karganın ses tonu değişmişti. Bu, kadına da yansımış olmalıydı ki o da arkasına yaslanıp yumuşamıştı. “Beni hatırlamıyorsun ama küçükken benimle çiçek toplamaya gelirdi. Bir kaç ev ötenizde oturuyorduk. Hani şu tavus kuşu olan ev.” Karga gözlerini kısıp ona bakarken, gözlerinin önünde beliren el ele tutuşmuş iki küçük kızın çiçeklerden taç yaptıkları gündüz saatleri geldi. Aydınlık olduğu zamanlar. Güneşi gördükleri zamanlardı. “Eden…” dedi bir anda onu hatırlayarak. O zamanlar yaş farkı uğraştıkları şeyler yüzünden bir hayli fazla gibiydi. Onlardan altı yaş büyük olduğu zamanlar. O zamanlardan insanların cebinden bir şey yürütmeyi öğreniyordu. Ona yaşından dolayı güvenip bir iş vermiyorlardı ve anne babalarını yeni kaybetmişlerdi. Sugi’nin aç kalmaması için her şeyi denemişti. Sonunda Karga Kral adını alacak kadar iyi bir hırsıza dönüşmüş olsa da bir şekilde amacını gerçekleştirmişti. Sugi hiç aç kalmamıştı.
“Pekala benim de kabul etmem gerekir sanırım, artık kendime bir amaç bulsam iyi olacak. Fakat anlamadığım kristallerin yapamadığı neyi benden bekliyorsun?”
“Kristaller eminim çok iyi sevişiyordur ama bundan başka bir işe artık yaramıyorlar o yüzden saraydan beklentiler konusunda aynı noktada değiliz. Senin bağlantıların var. Bana kralın büyülü kalesinin yolunu bulmalısın.”
Jack gözlerini kıstı. Bu kez düşünceleri içinde boğulmak için yapmıştı. Yani bu durum şunu anlatıyordu. Kristaller bir işe yaramıyordu çünkü zaten kral bu durumdan sorumluydu. Yani bunu yapan her ne ise sebebi kralın kimse tarafından bulunması istenmediği için büyü ile saklanan kalesindeydi. “Yani senin dediğin şey, bu işi kral mı yapıyor?” Fare başını sağa sola sallarken kollarını bağladı. “Kral eminim kristallerle yatmıyordur. Fakat kraliçenin yakışıklı kristallere düşkünlüğüne nedense eminim.”
“Ne? Kraliçe mi sorumlu bundan? Şunu adam gibi anlat, sevişilen Kristal Muhafızlarla bu konuyu bağlamakta zorlanıyorum fare.”
“Pekala beni iyi dinle. Kraliçe yaklaşık beş aydır sarayda değil. Çünkü büyülü kalede. Kristallerden Leo da sarayda bu kadar zamandır yok.”
“Onu koruyor olması için eminim bir kristali göndermişlerdir.”
“Hayır. Kraliçenin muhafızı Wolfgang. Yani onu korumak için giden kristal o. Leo değil.”
“İyi de başka bir kristal de gitti diye kadını neden bununla suçluyorsunuz ki?”
“Gerçekten saf mısın yoksa libidonda sorun mu var karga?”
Bu ani saldırıya kaşlarını çatan Jack kollarını bağladı. “Libidom gayet yerinde. Sadece anlamaya çalışıyorum.” İç çektikten sonra fare de yeniden normal enerjisine dönüp konuşmak için koltuktaki yerini değiştirdi. Jack “aman tanrım ne çok kımıldıyor” diye düşündü. Gerçekten de yerinde durmuyordu.
“Sugi, biliyorsun iksir yapımı için saraya hizmet ediyordu. Yani zaman zaman. Kraliçenin bir varis doğurmak istediğine eminim ama yine de sürekli çocuk düşürmek için iksirler istiyordu. Sonra gözlemeye karar verdik. Sugi’nin söylediği Leo’nun 3 günde bir odasına gidiyor olmasıydı. Wolfgang dinlenme dakikalarında. Özellikle. Yani bunları bağlayabilir misin şimdi?”
Jack başını salladı. “Yine de bu bir kaçamak. Bunun bizi ilgilendirdiğine emin misin?”
“Kraliçenin, kralın kendisi tarafından büyülü kaleye sürüldüğünü biliyor musun? Ne kadar zaman önceydi bir düşün?”
“Beş ay.”
“Kesinlikle.”
“Bunu nasıl yaptığını biliyor musun?”
“Kemik.”
“Ne kemiği?”
“Büyülü kemik. Kraliçenin ataları şamanlardan oluşuyor. Büyülü kemik büyüsünü bilenler onlar. Dünyada bunu yapabilecek tek şey de o kemikler. Bir büyülü kemiği eğer şehirle bağlarsan onu hasta da edebilirsin, karanlıkta da bırakabilirsin. Onu almam ve şehirle bağlı büyüsünü bozmam gerekiyor. Bunu yapmam için büyülü kalenin yolunu bulmam lazım ve şey…. Wolfgang’i nasıl yeneceğimi henüz düşünmedim.”
“Eh bu hikayenin tamamı doğruysa Wolf’dan daha önemlisi Leo’nun nasıl altedileceği.”
Kadın düşünceli bir şekilde başını sallarken Karga’ya bakıyordu. Jack gözlerini ovuşturduktan sonra öne doğru hareketlendi. “Artık uyumalıyım. Bunları sonra düşünürüz. Sana yardım edeceğim. Burada da kalabilirsin. Bugün geri dönmekle uğraşma. Tek şartım var. Kahvaltı hazırla. İyi geceler.”
Tüm bunları söylerken ona bir yastık ve bir battaniye atmıştı. Fare kendi kendine gülümsedi. Hala hatırladığı gibiydi. Huysuz ama tam da bir pamuk şeker. Vicdanı ve merhameti o zamanda bu kadar yüksekti. Şimdi de tam da Sugi’nin anlattığı gibi hiçbir şey değişmemişti.
Bu ev tam da onların yani karganın ve minik farenin hikayesi için çok uygun bir yerdi.
2.BÖLÜM: FARE
Sabah saatleri güneşin doğuşu olmadığı için anlaması imkansızdı. Uyanmayı tetikleyen hiç bir şey yoktu ve insanlar tüm bunların etkisi üzerine depresyon yüzünden hızla ölmeye başlamışlardı. Bunu engellemek bir şeydi ama en önemlisi kendi ailesinin tarla bile işletemediği, aç kalacakları bir dünyaya doğru dört nala gidiyor olduklarını görmekti.
Evde kargadan bir iz yoktu. O kadar büyük bir sessizlik vardı ki dışarıdaki yağmurun sesi kalbinin atışı kadar yakınındaydı. Fare gerinirken her yerini esnetmek için uğraştı. Bir türlü kemiklerinin açılmamasından muzdaripti ve şimdi de masaya tutunup kendini kaplumbağa gibi esnetmeye uğraşıyordu. Kapının açılıp, ıslanan mürekkep rengi saçlarıyla içeriye giren kargayı kolunun altından görmesi de onu durdurmamıştı.
“Görüyorum ki kahvaltım hazır değil fare.”
“Bana evini bırakıp korkup kaçtığını düşündüm. Ben normalde kahvaltı etmem.”
Dün geceye göre havası değişmişti. Ona inanılmaz bir şekilde sıcacık bir gülümseme vermiş ve yakalaması için bir kese kağıdı fırlatmıştı. “Evet, tembel olduğunu tahmin etmiştim. Ben hallettim.” Karga ellerini ıslak saçlarından geçirirken, üzerindeki ceketi astı ve koltuğa oturup, aldığı hamurişini yemeye başladı. Fare de masaya oturmuştu. Yalan söyleyemezdi. Bu kahvaltıya minnettardı.
“Peki neredeydin?”
“Sarayda. Benden büyülü kalenin yolunu bulmamı istemedin mi?”
“Vay canına bu kadar çalışkan olduğunu bilmiyordum.”
“Öyleyim. Karga Kral boşuna olmadım ben. Sugi anlatmadı mı?”
“Sugi’nin tek anlattığı senin onun için hayatını tam yaşayamadığın ve onun biraz vicdan azabı hissettiği.”
Jack bir an üzerine çöken hüzünle yemeği bırakıp ona dönmüştü. “Böyle mi söylüyordu?”
“Evet, seni seviyordu. Hem de çok. Bence bunlar hatırlanması gereken şeyler. Beni seven kardeşlerim olmadı. Yani hepsinden nefret ederim. Sizin ilişkiniz özenilesi.”
“Kaç kardeşsiniz ki siz? Yani bir ablan vardı hatırlıyorum ama? Güzel bir kızdı.”
“Ben daha güzelim bence.” Karga, fareye baktı ve gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. Yine de bu anı yok saymış gibi fare konuşmaya başladı.
“Çok sonra bir erkek kardeşim de oldu. Ama o da işe yaramaz. Bu yüzden yok gibi davranıyorum.”
Jack yemeğini bitirip yüzüne renk gelmiş ve biraz da kurumuş şekilde arkasına yaslandı. Yeniden parmaklarını saçlarından geçirmişti, fare, onun huysuzluğundan sıyrıldığında centilmen ve seksi olduğu konusunda bazı fikirlere kapılmaya başlamıştı ama hızlıca bunları zihninden savurdu. Sugi için bu fikirlerden uzak durması gerekirdi. Herhalde. Emin değildi.
“Sabah bağlantılarımdan biriyle buluştum. Şöyle çılgın bir fikrim var. Wolfgang ile buluşup konuşmayı düşünüyorum.”
“Ne? Delirdin herhalde? Bütün planımı alt üst etmeye mi çalışıyorsun?”
Kollarını yeniden bağlayan karga ona keskin gözleriyle bakmaya devam etti. “Öncelikle planın bir plan sayılmaz. Sadece bir şeye ulaşmak istiyorsun. Ayrıca Wolfgang’i tanırım mantıklı bir adamdır. Ona kemikten bahsetmemeye çalışırız. Büyüden nefret eder. Fakat şüphelendiğimiz bazı başlıkları anlatacağız ve büyülü kale için yardım isteyeceğiz.”
“Bana çılgın bir plan gibi geliyor.”
“Değil. Karga’nın plan yapma konusunda üzerine yoktur. O yüzden bana güven.”
Fare elindeki yiyeceği bitirirken Jack’i dikkatlice inceliyordu. Ona güvenmek istiyordu. O kargaların kralı sayılırdı ve en zengin hırsızdı. Yani bu şehirde onunla işbirliği yapmak istemeyecek bir bağlantı bile muhtemelen yoktu. Fakat kristallerin para ile satın alınamadıklarına emindi ve bu Jack denen adam muhabbeti müthiş bir eğlence arkadaşına da benzemiyordu. Şüphelerini gözlerine fazla yansıtmış olduğunu düşündü çünkü karga onu elini çenesine koymuş pür dikkatle izliyordu. “Ne?” dedi sakince farenin hareketlerini takip ederken. “Aklında ne var söyle?”
Fare masaya bağdaş kurarken iç çekti. “Yani şöyle diyordum. Bu adam büyü sevmiyor, adam bir kristal muhafız, muhtemelen para istemiyor ve eminim senin arkadaşlığına da ölüp bitmiyordur. Bu Wolfgang denen adamın mantıklı ve konuşulabilir olduğunu düşünmeni sağlayan şey nedir? Sadece bunu merak ediyorum.”
Jack ona hala keskin ifadesiyle bakarken biraz bekledi. Sonra ondan beklenmedik bir şekilde sakince cevap verdi. Belli ki bu karga düşündüğünden daha sabırlıydı. “Senin büyücü olduğundan bahsetmeyeceğim. Öncelikle bunun altını çizmek isterim çünkü adamın karısını büyücüler öldürdü ve imkan versek hepinizi tek tek avlar.” Fare dudağını istemsizce ısırırken “hay allah” dedi. “Ayrıca seni şaşırtacağım için üzgünüm ama Wolfgang benim çok eski bir arkadaşım. O yüzden sadece benim arkadaşlığımın hatırına bu konuşmayı yapacaktır.”
Eden kaşlarını şaşkınlıkla kaldırırken “hiç arkadaş canlısı gibi değildin” diye söylendi. “Hak edenlere öyleyim. Şimdi kalk da gidelim mesaj iletildiyse bir iki saate mekanda olmamız lazım.”
Jack hazırlanmak için kuru kıyafetlere doğru giderken fare arkadan hala “hak edenlere öyleyim ne demek? Benim neyim eksik anlamıyorum… Yani şöyle düşünmüştüm… ö….”
Jack, farenin giderek azalan sesini giyinmek için kapattığı kapısına borçluydu. Bu kadınla tanıştığına Sugi için yeni bir amaç edinmesine vesile olduğu için minnettardı. Şimdilik tahammül durumu bu kadardı.
3.BÖLÜM: KARGALAR KENTİ
Burası Jack’in eviydi. Çocukluğunun büyük bir kısmını, gençliğinin hepsini ve yine 20’lerinin büyük bir kısmını burada geçirmişti. Mekanların hepsini bilirdi. Loncaların her birine hakimdi. Burası onu büyüten ve hayata tutunmasına izin veren yerdi. Sugi’den sonra ilk kez yanındaki bu fareyle Kargalar Kenti’ne adım atmıştı.
Onlar yürüdükçe insanlar Jack’e selam veriyordu. Fare tek kaşını kaldırdı ve yürümeye devam ettikleri yolda söylendi. “Sana selam mı veriyorlar bana mı öyle geliyor?” Jack ona ters ters bakarken fare gülümsüyordu o yüzden cevap vermek yerine selam verenlere bakmaya devam etti. “İnanılmaz geliyor anlarsın ya.”
“Hayır anlamıyorum minik fare, senin sevilebildiğin bir dünyada kargaları herkes sever. O yüzden artık konuşma ve buluşmaya odaklan.”
Eden gülümsedi. Onu rahatsız etmek hoşuna gidiyordu. Tepkileri eğlenceliydi ve bağımlılık yapıyordu.
Sonuna vardıkları han önünde kırmızı işlemeler olan bir kapıya sahipti. İki katlı bir taş binaydı ve girişteki kocaman tabelada “Spagetti Hanı” yazıyordu. İçeri girdiklerinde üzerlerine üşüşen curcuna ve gürültü yüzünden fare kulaklarını bir anlığına kapamıştı. “Ne oldu minik fare, senin için fazla mı gürültülü?” Jack sarkastik bir şekilde sormuştu ve onun ters bakışlarına maruz kalmak onu şaşırtmamıştı. Gülümsemesi istemsizce genişledi.
Hanın ucundaki masada mavi beyaz zırhı olan adamın saçları at kuyruğu olarak bağlanmıştı ve önündeki birayı yudumlarken şömine ateşine bakıyordu. Masaya otururken mavi gözleri ikisinin üzerinde gezindi ama farenin dikkatini çeken Jack’e bakarken yüzünde oluşan aydınlıktı. İnanılmaz olduğunu düşünüyordu. Onu gördüğüne mutlu olmuştu. Gerçekten mutlu görünüyordu.
“Bunca zaman sonra beni içmeye çağırman çok seksi karga” Jack “ne sandın” derken kaşlarını kaldırmıştı ama birbirlerine o kadar hızlı ve sıkı sarılmışlardı ki fare üst üste karga ile yaşadığı şokları nasıl atlayacağını düşünüyordu. “Bu arkadaşım Eden, yani aslında Sugi’nin arkadaşı daha çok fakat, işte, tanışın yani.” Wolfgang kısa bir reverans yaparak fareye selam vermişti. Bu zarafet kristal muhafızların namına leke sürdürmüyordu.
Bir saat sonra hikayenin belli bir kısmını anlatmışlardı. Wolfgang tüm dikkatiyle dinlemişti. Fare onun bu ciddiyetine ve hatta kargayı bu kadar önemsemesine hala hayret ediyordu. Kibirli değildi, ki kristal muhafızlar kibirleriyle bilinirdi.
“Kraliçenin Leo ile olan ilişkisini biliyoruz. Aslında bunu sarayda herkes biliyor. Fakat yine de kraliçenin bu karanlığa sebep olduğunu düşünmek beni biraz üzüyor. Benim on yıldır kapısının önünde ve gittiği her yerde olduğumu düşünürsen. Peki sen nasıl o bahsettiğiniz her neyse ulaşmayı düşünüyorsun?”
“O kısıma sonra kafa yorabiliriz önce bize büyülü kalenin yolu lazım. Bunun için yardım edebilir misin?”
“Size bir şekilde yardım etmeye çalışırım yalnız bu kale yolunun sürekli değişmesi gibi bir sorunumuz var. Yani adı üzerinde o boktan büyü alışkanlıkları sayesinde dağdan, ovadan ya da nehirden gitmeniz gerekebilir. Neredeyse tek başına ulaşılması imkansız. Bizim yolumuzu kralın büyücüleri çiziyor. Her seferinde onların yardımlarıyla gidiyoruz.”
“Hmmm….” karga düşünceli bir şekilde arkasına yaslanırken kollarını birbirine bağlamıştı. “Peki bizi gizlice giderken yanında götüremez misin? Yani at arabasıyla gidiyorsunuz değil mi?” fare heyecanla önerirken, ikisi de dikkatle onu dinlemişti. “Hayır. Aslında sadece atlarımızla gidiyoruz. Fakat mutfak için malzeme arabalarına da biz eşlik ediyoruz. Öyle bir durumda, sizi oraya saklayabiliriz. Açıkçası bundan başka benim de aklıma fikir gelmiyor.”
Karga dikkatli bir şekilde fareyi süzdü. Bu iş için yeterince küçüktü ve büyücü olması da cabasıydı. Bir şekilde yırtabileceğini biliyordu. Kendisi ise karga kraldı ve ondan daha seri, sessiz bir hırsız daha yoktu. Bunun bir yolunu bulabileceklerini düşünüyordu.
“Tamam bence de en akıllısı bu gibi.”
“Peki baştaki soruma dönersek, bu karanlığa sebep olan şeye nasıl ulaşmayı düşünüyorsunuz?”
“O kısım için bir kargamız ve bir faremiz var. Bir yolunu bulabileceğimizi düşünüyorum.”
Eden ilk kez ona bakan gözlerinde saygı görmüştü.
Ona güvenebileceğini düşündüğü ilk an buydu.
4.BÖLÜM: ANLAŞMA
Büyülü kalenin yolunun ayarlandığını söylediğinde Wolfgang, onlar için bir yolcu kervanı da ayarlamıştı. Saklanabilmeleri için iyi bir zamanlamayla, uyku saatinde arabalara girmeleri gerekecekti ve bütün yol boyunca da orada durmaya devam edeceklerdi. Bunu yapabilmek için sarayın yakınındaki at arabası bakım kısmı ve mutfağın arka kapısı yakınlarına yerleşmişlerdi. Wolfgang gelmelerini haber vermek için onları bulmaya gittiğinde ikisi de sus pus oturuyordu.
“Leo da burada haberiniz olsun. Biraz uyanık ve paranoyaktır o yüzden hiç sesiniz çıkmasın. Ne olursa olsun. Duydunuz değil mi?”
Jack başını sallarken “sağ ol dostum sana borçlanacağım” diyordu. Eden ise borçlanma konusunda kendisini iyi hissetmediğinden bu işe girmemişti. Sadece ona başıyla teşekkür etmekle yetindi. Wolfgang onların yanından uzaklaşırken ikisi de arabaların olduğu yere hareketlendi. “Hala Wolfgang’e geriliyor musun?” Fare ona gözlerini çevirdiğinde yürümeye devam ediyorlardı. “Adam elinde olsa büyücülere kıyım yapar diyorsun. Ne kadar rahat hissetmeliyim ki?”
“Sugi’yi severdi. Ne olursa olsun seni öldürmeyi en sona bırakacağına eminim.” Bunu o kadar alaycı söylemişti ki, alınmayacaksa bile fare bu cümleye biraz daha fazla gerilmişti.
“Evet, içim rahatladı karga kuyruk.” Onun bu tepkisi Jack’i güldürmüştü. Bu sırada kemerini ve yanına aldığı hançerleri kontrol etmekle meşguldü ve farenin de aynı şekilde sürekli kendini yokladığını biliyordu.
Sonunda hazırlanan ve içine yemeklerin yüklendiğin arabaya girdiklerinde, uzunca bir yol boyunca zıplayarak bu kavanozlarla gideceklerini düşünerek kendilerine en iyi köşeyi yapmaya çalıştılar. Gerçi fazla da seçenekleri yoktu. Arabanın boyutları belliydi ve kavanozlar bir kısmın tamamını zaten kaplıyordu. İkisi de yan yana oturmuş, birbirlerine yaslanmak zorunda kalmışlardı. “Bir anlaşma yapalım fare…” Jack’in fısıltısı bir an Eden’in tüylerini diken diken etmişti. “O kaleden ne olursa olsun birbirimizi çıkaralım. Kemikle ya da kemiksiz. Anlaştık mı?” Fare’nin gözleri onunkilerle buluştu. “Bu kemiği ne olursa olsun almalıyız karga. Başka yolu yok. Yani geride kalan kalsın ama o kemiği bir şekilde yok etmemiz şart. Asıl bunun için anlaşalım.” Jack ona bakarken duraksadı. Bu yoruma kızması mı gerekiyordu ya da hayal kırıklığı mı hissetmeliydi bilmiyordu? Aslında bunların hiç biri olmamıştı. İnsanların ona düşündüklerini bu kadar net söylemesine alışık değildi. Şu an kendini dinlediğinde hissettiği tek şey gurur oldu.
Jack başını salladı ve ona bakmaya devam etti. Sonra sakince fısıldadı. “Anlaştık fare. Anlaştık.”
Sonunda araba sabaha doğru hareket ettiğinde uyuyakalmışlardı. Karganın mürekkep rengi saçları farenin omzuna yayılmıştı. Eden ona doğru bakarken suratına gelen güzel lavanta kokusunun rüzgarı altında büyülenmemek için kendini tuttu. Bu adamda tuhaf bir çekicilik vardı ve buna karşı koymak neredeyse imkansızdı. Şeytan tüyünün farkında olan biri olduğu kesindi. İnsanların onu seviyor olmasını anlayabiliyordu. Huysuzdu ama ihtiyaç olduğunda hep oradaydı. Bir şekilde yanında olduğunu hep hissettiriyordu ve Sigu’nun ona “Jack mükemmel bir muhafızdır” diye neden söylediğini anlayabiliyordu.
Ona bakarken, Jack’in “yüzüme bakmaya devam edersen yardım isteyeceğim” cümlesiyle kendine gelmesi çok kısa sürmüştü. “Bakmıyordum, omzum uyuştu senin yüzünden” diye söylenerek onun başını kaldırması için hareketlenmişti. Karga tek kaşını kaldırıp muzur bir gülümsemeyle kısa bir an ona baktığında, utançtan yüzünün kızardığını hissetmişti. Bu yüzden dışarı bakmaya karar verdi.
Yukarıdan ara ara Leo ve arabacının konuşma sesleri geliyordu. Wolfgang arabanın arkasında olacağını söylemiş olduğundan Leo’nun yanlarında at bineceğini biliyorlardı. Bu yüzden onları onun paranoyak olabileceğine dair uyarmıştı. Her an bir şeyden şüphelenebilirdi ve büyülü kaleye giriş hayalleri suya dönüşebilirdi.
“Midem bulanıyor.” Karga, farenin yakınmasına karşılık endişeli bir şekilde bakışlarını ona çevirdi. “Nasıl? Araba mı tutuyor?” Bu soruyu farenin de başını sallayarak onaylaması durumu kolaylaştırmamıştı. Jack onun bileğin hafifçe tuttu ve ovmaya başladı. “Bana bak Eden, kendini topla, çok uzun süre kalmadığına eminim.” Fare başını sallamıştı ama Jack nedense güvenmiyordu. Çünkü yüzü sapsarı olmuştu ve bu kontrol etmesi çok zor bir durumdu ve talihslzikleri için henüz erkendi. Önce kaleyi bulmaları gerekiyordu.
“Beni dinle fare, seninleyim, bunu unutma ve endişelenme”
Fare ona anlam veremediği halde bakarken gözlerini kısmıştı. “Sen, neden bahsediyorsun?” diyebildi ama cevabını alamadan Jack onun boynuna zarifçe dokunmuştu ve damarına yaptığı basınç nedeniyle bayılması sadece birkaç salise almıştı. Fazla ses çıkarmaması için de başını göğsüne yatırdı. Gidecekleri yol hemen bitecek gibi değildi. Bu yüzden onu daha rahat edebileceği bir pozisyona getirmek istemesi anlaşmalarını bozmazdı. Ne olursa olsun onu geride ve tehlikede bırakmazdı.
5.BÖLÜM: BÜYÜLÜ KALE
Araba nihayet durduğunda fare de yeni yeni gözlerini kırpıştırmaya başlamıştı. Karga da sakince onun göğsünden kalkan başını izledi. Ona kızgın bir bakış atmıştı fakat aynı zamanda minnettar olduğuna emindi. Bu yüzden fazla üzerine gitmedi. Sadece “nasıl hissediyorsun?” diye sordu fısıltıyla. Eden başını salladı. En azından biraz daha dayanabilir gibiydi.
Arabanın içi şıngırtılı seramik kavanozlarla doluydu ama şu an o kadar karanlıktı ki nerede ne vardı anlaşılması imkansızdı. “pekala, buradakileri mutfak tarafına götürmeleri için aşçıları çağır arabacı, ayrıca kraliçenin yeni istek menüsünü de Wolfgang verecek.”
Leo’nun kibirli konuşması tam da farenin kristalleri hatırladığı gibiydi. Kibirli ve narsist. Ses tonu kendinden o kadar emindi ki, neredeyse sinir bozucuydu. Başka bir at toynağı sesi duyduklarında Wolfgang’in de artık arabanın yanında olduğunu anlayabiliyorlardı. “Git, burayı hallederim” diye ilk kez duyabilecekleri mesafeden konuşmuştu. Sonrasında hiçbir konuşma gelmemiş, atlardan birinin uzaklaşmasını anlatan ses yavaşça kaybolmuştu. Sonrasında kapı açıldı ve Wolfgang’in “hızlı olun, aşçılar gelmek üzeredir” demesiyle kendilerini dışarı atarak, sınırdaki ormanın içine ve kale bahçesinin sınırına doğru koştular.
Fare en son Karga’nın Wolfgang’e minnettar bi bakış attığını görmüştü ama konuşmamışlardı. Güvenli bir mesafeye geldiklerinde durup, yere oturdular. Fare içine olabildiğince temiz hava çekiyordu. Midesi huzur bulmaya başlamıştı ve kendini o kadar iyi hissediyordu ki, neredeyse kargaya mutlulukla sarılacaktı. Onun arabada yaptığı şey için hala kızgın mı yoksa minnettar mı olduğuna pek emin olamıyordu. Bu yüzden mesafesini korudu. Jack de sanki onun zihnini okuyabiliyor gibi “hadi bana kızgın olmayı bırakta şu kalenin içine girelim” diyerek yanından geçmişti.
Büyülü Kale gerçekten de düşündüklerinden daha mütevazı ve sakin bir yerdi. Yine de ormanla bahçesinin birleşimi nedeniyle kamufle olmuştu. Büyünün değiştirmediği yolları olmasaydı bile burayı bulmak o kadar kolay olmazdı. Kendini iyi saklıyordu. Orman da ona ciddiyetle yardım ediyordu belli ki. Bu kale tam da varislerin büyümesi için yapılan bir yer gibiydi. Ancak öyle ki kral ve kraliçenin varisi yoktu. Gerçi fare bu kısmı Leo’nun halledebileceğinden şüphe duyuyordu ama durduk yere bu konulara kafa yormaktan vazgeçti.
“Kemik nerede bunun için fikir yürütebilir misin yoksa senin için tüm kaleyi gözleyeyim mi?”
“Ne demek o?” fare, karganın kendinden aşırı emin yürüyüşüne ayak uydurmaya çalışıyordu. Ancak ona cevap vermeye niyeti yok gibiydi de. “Karga, sana soruyorum?” Jack yürümeye devam ederken “farkındayım” dedi ama hala cevap vermiyordu bu yüzden fare de onun bu sinir bozucu haline karşı susmaya karar verdi. Belli ki bir şeyi bekliyordu ve o zaman gelene kadar daha fazla önemsendiğini düşünmesine izin vermeyecekti.
Onlar kalenin aşağı girişlerinin orman tarafında kaybolmuş kapılarından birine doğru giderken, sabah saatleri geliyordu. Ancak malum, karanlık dışında bir ortam olmadığından güneş doğuyor demek mümkün değildi. Onlar hizmetli odalarından birinin girişinden içeri girmeden önce Jack içeriyi dışarıdan kontrol etti ve kimsenin olmadığından emin olduğunda fareye döndü.
“Şimdi beni dinle fare, buraya girecek ve beni bekleyeceksin. Ben gelene kadar asla buradan çıkma anlaştık mı?”
“Hiçbir şey anlamıyorum karga. Neden gidiyorsun ki? Beraber yapmamız gerekmiyor mu?”
“Sana kemiğin yerini bulmalıyım önce. Kalenin tamamını arayamayız. Bizi her türlü yakalarlar.”
“İyi de nasıl olacak bu?”
“Sen benim dediğimi yapacağını söyle, gerisini birazdan anlayacaksın.”
Fare ona baktı ama daha fazla konuşturmamak için dediğini yapacağına dair başını salladı. Bu onayla rahatlayan karga, belinde duran hançer kemerini çıkardı ve fareye uzattı. Sonra gören herkesi büyüleyecek güzellikteki sahnenin etkisi kan dondurucu olmuştu. Fare, onun mürekkep rengi saçlarının neden bu tonu aldığını anlamıştı. Jack, gözü önünde ihtişamlı kanatları ve saçları ile aynı mavi siyah tonundaki tüyleriyle bir kargaya dönüşmüştü. Üstelik öyle sıradan bir karga değildi. Normal bir kargadan çok daha büyüktü ve gagasında altın rengi çizgileri olan mucize bir çizim gibiydi. Jack kanatlarını tek bir seferde sertçe çırpı havalanmadan önce son kez ona baktı. Sanki az önce konuştuklarımızı unutma der gibiydi. Fare bu konuda onu yormayı düşünmüyordu. Eh, kargaya dönüşebiliyorsa, her konuda emir de verebilirdi.
“Demek bu yüzden sana karga kral diyorlar” diye geçirdi içinden fare. Bu yüzden olmalıydı çünkü bu bir tesadüf olabilecek kadar yaygın bir özellik değildi. İnsanlar hayvanlara, büyücü olsalar bile genelde dönüşemezdi. Belli ki genetik açıdan şanslı bir hırsızdı. Gözleri onun yükselişini takip ederken, hareketlerindeki rahatlık ve atletikliği hayranlıkla seyretmeye devam etti. Odaları, salonları ve teras kısımlarını kontrol etmek için kalenin etrafında kat kat dönüyordu. Her turu bitirdiğinde bir üst kata çıkıp yeniden dönüyordu. Arada bir içeri girdiğini bile gördü. İçeri doğru dalıyor sonra başka açık bir pencereden dışarı çıkmış oluyordu. “Vay canına” dedi yüksek sesle istemsizce. Bunu yapabilmek ve bu özgürlük inanılmaz olmalıydı. Fakat sözünü tutması gerektiği için fare, önünde beklediği odanın içine girdi ve pencereyi onun içeri girebilmesi için açık bıraktı. Elinde tuttuğu hançer kemeriyle koltuğa oturdu ve normalde hizmetçiler için olan odanın darlığı içine kendini kamufle etti.
6. BÖLÜM: WOLFGANG
Odadan içeri kimsenin girmesini beklemiyordu. Beklediği pencereden içeri bir karganın girmesiydi. Wolfgang üzerindeki ceketin düğmelerini çözerek kapıyı kapatırken belli ki onu görmemişti. Farenin tepki verememesinin tek nedeni, üzerindeki zırhı çıkarırken gerilen kaslarını özgürce izleme fırsatını değerlendirmekti. Fakat çok sürmeden o, fareyi görünce irkilmedi ama bir irkilme gibi gözlerini kapadı, hafifçe nefes bıraktı ve yeniden gözlerini açtı. Bu sırada ceketini çıkarmaktan vazgeçmişti.
“Orada olduğunu söylemeyi düşünüyor muydun?”
Fare hayranlık duyan ifadesiyle başını sağa sola salladı. Bu istemsizce Wolfgang’in dudaklarının hafifçe gerilmesine neden olmuştu. Tam olarak ona gülmemek için kendini zor tutuyordu.
“Beni beğeniyor musun yoksa bu genel ifaden mi?” Wolfgang onu konuşturmak için kaşlarını kaldırmış, ısrarla soruyordu. Fazla yaklaşmamıştı ama oda zaten yeterince dardı.
“Seni beğendim.” Farenin açıklaması artık onun dişlerini de göstererek gülümsemesine neden olmuştu. Fare gözlerini ondan çekmiyordu. Hem sevimli, hem tuhaftı. “Pekala beni daha fazla korkutmadan burada ne yaptığını söyler misin? Ayrıca Jack nerede?”
“Kalede süzülüyor.”
“Hm… kemiğin yerini bulmak için uçuyor değil mi? Adamım benim.”
“Gerçekten onu bu kadar seviyor olman çok garip.”
“Seni de sevebilirim. Biraz zaman geçirirsek.”
“Terbiyesizleşiyor musun yoksa genel mi?” Farenin sarkastik sorusu gerginlik taşımıyordu. İkisi de karşılıklı gülümsemişti. “Kesinlikle kötü bir şey demek istemedim, yani Jack sevilesi bir adamdır aslında ama ben de çok kolay ısınabilirim. Fazla kriterim yoktur demek istedim.”
“O gelene kadar burada durmalıyım. Senin odan olduğunu bilmiyordum. Sorun olur mu?”
Wolfgang üzerine temiz bir kıyafet giymek için arkasını dönmüş ve odanın diğer tarafına gitmişti. “Sorun yok. Jack seni bilerek buraya bırakmıştır. Bu odanın, benim olduğunu biliyor. Özellikle büyük ve özel odaları sevmem. Ayrıca kimse hizmetli odasında kristal muhafız beklemez. Güvenlik için müthiş bir önlem.”
Fare takdirle başını sallarken nihayet onun çıplaklığından aklını almış ve yapmaya geldikleri şey için kafasını çalıştırmaya başlamıştı.
Ona neden yardım ettiğini sormak istiyordu ancak bu işi de bozmak ona düşmezdi. Jack ile aralarındaki bağ neyse, sonuçta belli ki bu seviyedeydi.
“Büyücülerden nefret ediyormuşsun. Karga öyle dedi.”
Wolfgang odaya girdiğinden beri ilk kez müthiş bir gerginlikle ona dönmüştü. “Onlardan nefret ediyorum biraz hafif kalır. Hepsinin yok olmasını istiyorum. Fakat merak etme bu kalede çok azı var ve denk gelmen çok zor.”
Fare sanki gerçekten de bu yüzden endişeliymiş gibi başını sallayarak gözlerini ondan kaçırdı. Gerçekten de müthiş bir nefreti var gibi görünüyordu ve şu an Jack yokken onunla bir odada baş başa kalmış olmak pek güvenli sayılmazdı. Bu yüzden anlaşılmamak için elinden geleni yapması gerekiyordu. Neyse ki, kimse tarafından büyücü olduğu kolay kolay fark edilmezdi. Böyle ün salmıştı.
“Leo’nun bizi mahvetmesi gibi bir ihtimal var mıydı?”
“Evet” Wolfgang yeniden normal haline dönmüş ve büyücüler kelimesine gösterdiği tepkiden sıyrılmıştı. “Bu yüzden sizi asla görmediğinden emin olalım. Yeminim Kristalleri korumaya. Yani iş sizinle onlar arasında seçim yapmaya kalırsa… İstemediğim seçimler yapmam gerekir. Umalım ki kimse Leo’nun eline düşmesin.”
Fare, gergin bir şekilde başını sallarken, Wolfgang’in bakışlarında bir yumuşama görmemişti. Gerçekten zorunlu kalırsa belli ki Kristallere yeminini tutacaktı. Gerçi buna ancak saygı duyabilirdi ama yine de…. Nedense onun tam olarak yanlarında olduğunu düşünmüştü ve buna dayanarak kendini rahatlatıyordu. Ancak şu an bu kalenin içinde karga ve fare olarak yapayalnızlardı.
Wolfgang’in oda kapısı çalındığında ikisi de bir anlığına dona kalmıştı. Beklenmedik bir anda, beklenmedik bir rahatsızlıktı ve nedense iksi de Jack’in olmadığına emindi. Bir kaç saniye sonra Wolfgang bir şey söylemeden ve kapısı açılmadan dışarıdaki adamın sesi duyuldu. Bu, Leo’ydu.
“Wolf, yemeği beraber yiyelim, hazırlan gel.”
Cümlesi bittikten sonra kapının önünden uzaklaşan ayak sesleri sonrasında ikisi de nihayet nefes almayı başarmışlardı. Leo onun cevabını bile beklememişti. Burada olduğundan bu kadar eminse, fare için de böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Gerçi bu olsaydı, hala nefes alamıyor olurdu gibi hissediyordu.
“Gitsem iyi olacak” dedi Wolfgang onu sakinleştirmeye çalışarak. Benden istediğin bir şey var mıydı, şu arka dolapta atıştırmalık yiyecekler var bu arada, onlardan istediğin gibi kullanabilirsin.”
Fare hala üzerindeki şok ve gerginliği tam atamamıştı ama yine de bundan sıyrılmak istiyordu. “Öpüşebilir miydik mesela? Bu da isteklerim arasına girebiliyor mu?”
Wolfgang küçük bir kahkaha atarken, üzerine gömleğini geçirmişti bile. “Bunu özür dileyerek reddetmem gerekiyor fare, karıma bağlılık yeminimi bozmadım. Seninle bir ilgisi yok.”
Fare gülümsedi ve kollarını bağladı. Tam da düşündüğü gibi bu patavatsızlığı odadaki gerginliği tuzla buz etmişti bile. Karga, büyücüler tarafından öldürülen karısından bahsetmişti. Bu yüzden bu söylediğini anlamlandırabiliyordu.
“Ne çok yeminin var senin? Herkesle bir şekilde yeminle bağlı olmak yorucu değil mi?”
Wolfgang nihayet tüm giyimini kuşamını bitirdiğinde ona döndü ve kapıyı açmadan konuştu. “Aslında hedeflerimi netleştirmeme yardım ediyor.” Kapının koluna baskı yapmadan önce birkaç saniye daha durdu ve kapıdan çıkmadan son söylediği şey; “dikkatli olun, kimseye yakalanmayın” oldu.
7. BÖLÜM: KEMİK
Aslında yapmak istediği onca şey vardı. Sugi’den sonra boşvermişliklerine devam edip, uzaktan tüm dünyanın, bu şehrin yavaş yavaş yok oluşunu izlemek istiyordu. Hakkaten neden buraya kadar gelmiş, evindeki düzenini bozmuş, keyfi yerindeyken bu farenin peşine takılıp yollara düşmüştü bilmiyordu. Şu an neden kalenin etrafında uçmaya devam ediyordu ve bu şehrin karanlıktan kurtulmasını umuyordu ki? Neden buna heveslenmişti? “Herkese güvenecek kadar saf mıyım?” diye geçirdi aklından. Fakat hayır, mesele sadece bu değildi. Çünkü Sugi, eğer farenin dediği her şey doğruysa bu yolda ölmüştü. Sırf onun yarım bıraktığı her şeyi tamamlama huyu olduğu için şu an, ona bir şekilde yardım ediyordu. Üstelik fena sayılmazdı. Eğlenceli biriydi ve nedense bu işi başarabileceğine dair tuhaf bir his vermişti. Hani… naneli şeker gibi, tatlı ama biraz acı. Güzel ama aslında sonda rahatsız edici. Ondan tamamen kurtulunca ferahlık verici. Son kısma odaklanabilirdi. Işleri bittiğinde ayrı yollara gideceklerdi ama ikisi de rahatlamış olacaktı. Aslında tüm hikayenin sonunda görmek istediği şey buydu. Içindeki karga ruhu bir an “kaçmak istiyorsun” dedi. Jack bunun elbette saçma olduğunu düşünüyordu. Tek başına her şey daha güvenliydi bunu biliyordu. Hayatındaki varlığından mutlu olduğu birinin olma ihtimalinden kaçmak gibi bir huyu da genel de vardı. Fakat fare… bu değişik bir konuydu. Ya da hep böyle hissediyordu. Kafası karışmış bir şekilde tüm bunları köşeye süpürmeye karar verdi. En azından hiç biri için doğru zaman değildi.
Sonunda kemiğin saklı olduğu sarmaşık kapılı odayı bulduğunda koridorun buz gibi mermerleri üzerine kondu. Normal kargalara göre büyüktü ama hala bir insana göre oldukça küçüktü. Bu yüzden bu işi hemen anlayıp gitmek istiyordu. Ayak seslerini çok uzaktan alabiliyordu. Bu yüzden her zaman havalanacak zamanı oluyordu ama yine de burası büyülü kaleydi ve seslerin yanıltma yeteneklerinin de olabileceğini düşünüyordu. Daha dikkatliydi.
Sarmaşık kapının açılma yöntemini anlamaya çalışıyordu. Dalların arasından gerçekten de kemiği görebiliyordu. Kirli beyaz ve bir aslan bacağı kadar büyüktü. Bu kapının açılışına büyücünün yeteneklerinin yeteceğini umuyordu. Sadece ona anlatacak kadar detay kapıp yeniden havalandı ve kanat çırpışı koridorda bir rüzgar, yıpratıcı bir ses çıkardı. Kemiğin yerini öğrenmişti. Hakkında bir kaç şey daha söyleyebilirdi ama gerisini büyücü farenin halletmesi gerekiyordu. Eğer tüm karanlığı bu kemiğe borçlularsa gerçekten de iyi korunuyor olduğuna emindi.
Fakat asıl aklına yatmayan, kraliçenin bu işlere girmiş olmasıydı. Sadece kraldan intikam almak için bütün şehri karanlığa gömmüş olması fikri ona garip geliyordu. Kraliçe akıllı bir kadındı. Bazı zaafları vardı ama böyle şeyler yapacak kadar agresif değildi. Bu yüzden bu işin altında bambaşka bir şey arıyordu. Fakat aklına gelen bir şey yoktu. Kralın bu kadar sert işler yapması fikri ona yine de daha mantıklı geliyordu. Leo’nun kraliçenin gücünden yararlanmış olması fikri de daha mantıklı geliyordu. Yani işin içinden çıkması mümkün değildi. Bunu konuşmaları gerekiyordu. Çünkü nedense…
Sonunda kanatlarını hafifçe gövdesine doğru toplayarak fareyi bıraktığı odanın açık camından içeri süzüldü ve bir saattir karga olarak uçmanın bedelini yeniden insana dönüştüğünde dizlerine giren ağrıyla ödedi. “Ay, dizlerim… yaşlanıyorum” dedi kendi kendine. Farenin kaşlarını kaldırmış bir şekilde ona hayret ile şefkat arasında bakışına karşı omuz silkti.
“Sen yokken Wolfgang geldi. Bu odaya sahip olan bir Kristal olduğunu söylemeyi düşünmüş müydün?”
“Gerek duymadım. Henüz odaya gelmez diyordum. Gelesi tutmuş.”
Fare inanamaz bir şekilde gözlerini açtı ama kargadan bir tepki alamadı. “Söylesene” dedi yerine bambaşka bir konuya geçiş yaparak. “Kraliçe miydi kemik şaman bağlantılarına sahip olan?”
“Evet.”
“Şaman olmayanlar bunu yapamaz mı peki?”
“İmkansız. Kemik büyüsü yalnızca onlara bahşedilmiştir.”
“Eh sen biliyorsun da kimse bilmiyor mu bunu?”
“Biliyor.”
“Peki kraliçeden kimse şüphelenmiyor mu?”
“Bazıları onun şaman soyunu bilmez, pek öne çıkardığı bir özelliği değildir. Sadece biz büyücüler, eğer aile soyları hakkında çok dikkatliysek bu konuda daha bilgili oluyoruz. Bazıları da şüpheleniyor evet ama herhangi bir şey yapacak kadar cesur olmak zor. Baksana bizim gibi gerekli bağlantıları ve güçleri olan kaç kişi olurdu ki?”
Karga başını sallarken onu gerçekten dinlemişti. “Şamanlık…” diye tekrar etti bir sonuca ulaşmaya çalışıyor gibi. Fare onu bölmedi. Belli ki ona bazı ipuçları vermişti ve o da onu farklı şeylere ulaştırabilecek sonuçlar için koşuyordu. Kraliçenin yapıyor olduğunu kabul edemiyordu. Bu, hiç anlamadığı kısımdı. Neden onu suçlu kılmamak için bu kadar direniyordu ki?
“Söylesene…” sonunda dayanamayarak onu düşüncelerinden koparıp aldı. “Neden kraliçeye kir kondurmamaya çalışıyorsun?” Fare beklediği şekilde net bir tepki vermedi ama yatağın ucuna oturarak keskin gözleriyle ona baktı. Sonra her önemli cümlesinden önce yaptığı gibi elini mürekkep rengi saçlarından geçirdi. “Toz” dedi önce. Fare anlayamamış gibi gözlerini kırpıştırdı. Karga devam etti. “Toz denir ona yani ‘toz kondurmamak’.” Fare gözlerini devirirken “her neyse seni bilmiş, anladın işte” dedi devam etmeye motive etmeye çalışarak.
“Aslında kraliçeyi bizzat tanımıyorum fakat şimdiye kadar onun karakterini anlayacak kadar çok gözleme şansım oldu. Kraliçe bencildir ama acımasız değildir. Bunu yapması için çok basit bir sebepten yola çıkıyoruz. Ya bilmediğimiz başka bir sebep var ya da bu işin asıl nedeni başka biri.”
O kadar emin konuşmuştu ki fare de ilk kez kendinden şüphe ettiğini hissetti. Haklı olmaması için de ciddi bir kanıtı yoktu. Onunla inatlaşmaktan vazgeçip hançer kemerini yeniden alması için kargaya uzattı. Dalgın bir şekilde uzanmıştı Jack. Hala düşünüyordu. Kemeri taktıktan sonra da “o zaman gidelim, yeri buldum ama biraz mucizelere ihtiyacı var gibi. Bu kısmını sana bırakıyorum.”
8. BÖLÜM: LEO
Fare, kemiğin olduğu büyülü kapının önündeki duvara ellerini koymuş geriye doğru belini esnetme hareketi yapıyordu. Tıpkı karganın evinde yaptığı gibi. Kalın dalgalı saçları omzundan önüne doğru düşüyordu ve güzel beyaz teni parlıyordu. Jack, hala onun ele avuca sığmaz, durdurulamayan enerjiye sahip olduğunu düşünüyordu. İlk başta bu biraz sinir bozucuydu ama onun varlığına alışıyordu. Gerçi bu, yanındakilere alışma fikri ona hiç hoş gelmiyordu ve biraz bu durumdan korkuyordu ama yaşamaya devam edecekse buna alışmanın bir yolunu bulması gerektiği de ortadaydı. En azından fare, onu pek uğraştırmıyordu.
“Buna devam edecek misin?” karganın sorusuna rağmen fare bir süre esnemeye devam etti sonra nefes bırakıp gözlerini onunkilere odakladı. “Beni rahat bırak karga, şu an stresli bir işe başlayacağım ve sen hala beni sıkıştırma derdindesin.”
Jack kaşlarını çattı. Böyle bir şey yaptığını düşünmüyordu. Aslında aklından bile geçmemişti. “Saçmalama fare” dedi sadece onun tepkisine. Sonra kapıya yeniden döndü ve kollarını bağlayarak duvara yaslandı. Bu kapıda neler yapması gerekecekti ve bu, onların başını belaya sokacak mıydı merak ediyordu. Yani sonuçta burası büyülü kaleydi ve bu kapının da onların başını ciddi anlamda sıkacak tuzaklara sahip olmadığını bilemezlerdi.
“Ya bizi yakar ya da keserse? Yani ruhumuz bile duymadan ölebiliriz, değil mi?”
Fare itiraz etmedi. Hatta sadece bir kaç saniye sonra başını da sallamıştı. Bu kısım artık Jack’i de korkutuyordu çünkü onun en azından kendinden emin bir şekilde “halledeceğim” ya da “bunu bana bırak” gibi cümleler kuracağını düşünüyordu. Öyle olmadı. O da korkuyordu ve o da bunun farkındaydı. Her an dilim dilim olabileceklerini görebiliyordu. İki kişinin de görebilidiği bir risk gerçekti. “Vazgeçsek mi?” diye sordu Jack. İçinde korku, umutsuzluk ya da kinaye yoktu. Sadece mantıklı çıkarımlara uğraşıyordu ve yüksek sesle düşünmüştü.
Fare bu kez başını sağa sola “hayır” anlamında sallamıştı ve o da kollarını bağlayıp kapıyı daha da dikkatli inceleyebilmek için bir kaç adım daha yaklaşmıştı.
“Bunun tuzakla korunuyor olduğuna neredeyse eminim.” Bu kez de fare yüksek sesle düşünüyordu. “Fakat bunu halledebilirim gibi duruyor. Aslında düşündüğümün aksine basit bir büyü ile kitlemişler. Sarmaşıkları açmak kolay olacak.”
Jack istemsizce tek kaşını kaldırmıştı. “Bu, durumu daha şüpheli yapar” dedi ciddiyetle. “Ya da başkalarına o kadar güvenemediler ki, kendileri yaptılar ve bu konuda limitli olmalılar. Yani herkes karmaşık kilit büyülerini beceremez.”
Jack anlamadığı şeyleri fazla kurcalamaktan hoşlanmıyordu. Bu işi sahibine bırakmaya karar verdi ve kollarını daha da sıkı bağladı. “İyi. Hadi yap işini o zaman fare, tonla zamanımız yok.”
İkisi de birbiriyle fısıltı yarışı yaparken, kanlarını donduran bir sesle ayıldılar. Bu, beklenmedik olandı.
“Burayı nasıl bulduğunuzu tam olarak çözemedim ama cesursunuz, hakkınızı vermem gerek.”
Leo uzun boyu ve muntazam fiziğiyle sakince onlara doğru yürüyordu. Zırhına bağlı ince siyah pelerini bir omzundan sarkarken, eli kılıcının kabzasındaydı. İsmi gibi sarı saçları vardı ve kalın dalgalara sahipti. Gözlerinin keskinliği ikisini de hareketsiz bırakmıştı. Fare de karga da onun kendilerine adım adım yaklaşan ayak seslerini dinleyerek bekliyorlardı. Karga yerinden kımıldamadı ama fare biraz daha Jack’e yaklaşmıştı. Fare, Leo henüz mesafeyi kapamadan “kraliçeye hak verdim bu adam çok yak…” sözünü bir anda alev saçan gözleriyle ona dönen karga kesmişti. “Sakın” dedi otoriter bir sesle. Fare kaşlarını kaldırmıştı. Bu tepki gerçekten de beklenmedikti. Biraz da fazlaydı sanki.
“Sesimizin duyulduğunu bilmiyordum” dedi karga yürek yemişçesine, az önce fareyle iletişimleri hiç olmamış gibi. En azından farenin düşündüğü buydu. Bu çocuk olur olmadık yerlerde fazla cesurdu. Dilinin de kemiği yoktu. Bu nedenle istemsizce, kısa da olsa ona ters ters bakmıştı.
“Bu kadar değerli bir kapı katının büyülü olabileceğini düşünmediniz mi? Çok tecrübesiz ve safsınız. Bir şeyi korumanın en yolu, güvenliği geniş alanlara yayabilmektir.”
“Harika…” dedi Jack ama devam etmemesi için fareden küçük bir dirsek yediği için duraksamıştı.
Leo artık yakınlarındaydı ve fare ne kadar Jack’i sinir etmekten kaçınmak istese de adamın kokusu bile bir mango kadar güzeldi. Iç çekti ama sonra hemen kendini toparladı. “Şey, biz… aslında biraz…” fare saçmalarken üzerinde karganın bakışlarını hissediyordu. Zeka kırıntılarının son tanelerini de kaybetmişti stresten. Başka ayak sesleri duyulmaya başladığında herkesi sessizlik sarmıştı. “Leo?” Wolfgang’in sesi duyulmuştu. “Orada mısın kardeşim?”
Leo’nun dudaklarında belli belirsiz bir gerilme oluştu. Karga gözlerindeki öfkenin geçişini görmüştü. Fare ise hala hayran hayran ona bakıyordu. Bu…
Jack seri bir şekilde fareyi ona doğru bir adım atmadan çekti ve dirseğini sıkıca bastırdı. “Eden, kendine gel.”
“Ama o kadar güzel ki…”
“Evet. Hala anlamadın ama o bir siren. Leo’nun kraliçeyi nasıl avucunun içine aldığını anlamam iyi oldu. Onun böyle biri olmadığını söylemiştim.”
Fare, Jack yeniden onun dirseğini sertçe çekince bir an için kendine geldi. “Ne? Ne oluyor?” dedi başını sallarken. “Ona bakma fare, gözün bende olsun.”
Wolfgang yanlarına geldiğinde Leo’nun kılıcı kınından hızla çıkmıştı. Ona tek hamlede savurmak istediğinde Wolfgang güçlü bir refleksle geri adım atıp kendi kılıcını çekti. “Kendine gel adamım, neyin var?”
“Ne işler çevirdiğini biliyorum aptal adam. Bunların burayı bulması imkansız.”
Wolfgang bir süre daha aptalı oynamak istemişti ama nedense bundan çabuk yorulmuştu. Karga ile çok kısa bir an bakışmışlardı. “Fare! Sakın ona bakma” dedi bir kere daha onu uyarırken. “Kapıyı açmalısın. Onu oyalayacağız.”
Farenin dudaklarından yeni bir cümle çıkmadan yine o mucize güzellikteki mürekkep rengi tüyleriyle kargaya dönüştü ve arkasındaki rüzgarla farenin saçlarını havalandırarak uçmaya başladı. Neyse ki bu koridor çok yüksek tavanlı bir kalenin parçasıydı. Rahatça uçup sonra Wolfgang’e an kazandıracak pikeleri yapıyor, Leo’yu sürekli rahatsız ediyordu.
Fare bir süre olduğu yerde şokla kaldığı ve hala tam olarak zihnini toparlayamadığı için aynı pikenin zararsız versiyonunu ona da yapmıştı. Üstelik o kadar hızlı bir şekilde işe yaramıştı ki Fare, zihninin tüm odak noktalarına ulaşarak kendine gelmeyi başarmıştı. Sonunda üzerine düşeni yapmak için kapıya dönmüştü. Şu an hayatı boyunca öğrendiği her şeyi hatırlamak zorundaydı. Şu an, onların en karanlık anıydı.
Saçlarını topladıktan sonra kemiğe odaklandı. Ona odaklanırsa, bu işi daha hızlı ve etkili şekilde bitirebilirdi. Kilitleri açacak tüm kelimeleri söylemeye başladığında gözleri büyüyle ışıldadı ve etrafını saran beyaz ışık da karganın dikkatini dağıttı. O kadar da kolay dikkati dağılmazdı ama bazen… sadece bazen elinin ayağına dolandığı anlar yaşardı. Onun etrafında olduğu her an ondan hıncını çıkarması gibi. Ya da dünyada en sevmediği kişi o gibi. Jack bedenine yediği kabza darbesiyle bir an savruldu ve kemiğin olduğu yönün tersine duvara çarptı. Normal kargaalra göre büyük olduğu için daha dayanıklıydı ama bu canını çok yakmıştı. Kanatları iyi durumdaydı ama uçmak canını acıtmaya başlamıştı. Ona zaman kazandırmak için Wolfgang kılıcıyla araya girmişti. “Leo! Kendine gel” dedi haykırırcasına çelik sesinin gürültüsünü bastırmak için. Fakat az önce, yani kılıcı ilk çektiğinde onu tamamen kaybetmişlerdi. Artık acımasız bir siren ve kurnaz bir Kristal olarak onlara meydan okuyordu. Wolfgang’in Kristal yeminini tutamamasını sağlayacak her koşul sağlanmıştı.
Jack, canı yandığı için daha fazla uçamayacağına karar verip insan haline dönmüştü ama etrafını saran siyah kumaşa benzeyen gölgelerle başka bir gücünü daha gösteriyordu. Mürekkep rengi saçları tıpkı kanatları gibi havalanmış ve gözleri bembeyaz olmuştu. Sonra yavaşça çevresini saran gölgeleri Leo’nun üzerine sardı. “Kapıyı açmak üzere, yanına git” dedi Wolfgang’e. Önce buna karşı çıkmak için hareketlenmişti Wolfgang ama onun keskin beyaza dönmüş gözleri olduğu yerde kalmasını sağlamıştı. Bu sırada gölgelerle Leo ve kendisini sarmış, kendilerini dışarıdakilerin göremediği bir ortama hapsetmişti.
Fare hafifçe aralanan sarmaşıklara karşı gülümsedi. “Başardım” dedi ama arkasını döndüğünde gördüğü sahneye karşı yüzü dehşetle gerilmişti. Wolfgang onu elinden tuttu ve kemiği almak için onunla beraber içeri girdi. “Hadi fare, Jack’in Leo’yu oyalaması çok sürmez, al şunu” dedi. Bu ortamda bile onu büyü yaparken gördüğü için tiksiniyormuş gibi bakıyordu ama fare bunu sallamamaya karar vermişti. Olabildiğince hızlı bir şekilde kemiğin kapalı olduğu son alanı açmak için başladı kelimeleri mırıldanmaya. Bunu en hızlı şekilde çözmek zorundaydı. Bir büyücünün normalde yapabileceğinin çok üstüne çıkması gerekiyordu. “Hadi fare” dedi kendi kendine “gururlandır karganı.”
9. BÖLÜM: GÜN DOĞUMU
Sonunda kemik korunduğu alandan kurtulduğunda ona uzanan Wolfgang oldu ama Fare ona da güvenmiyordu. Bu yüzden eline sertçe vurdu ve kemiği aldı. Taşıması kolay değildi. Ağır ve gerçekten hantal bir parçaydı ama ona büyü ile bağlantılı herhangi bir şeyi verecek kadar da aptal değildi. Hata yapması işten bile değildi. “Sakin ol büyücü” dedi tıslar gibi. Sanki bu kelime hayatındaki en tiksindiği şeydi. Fakat yine de başını Karga ve Leo’nun tarafına çevirdi. En son gördükleri karga haline dönen Jack’in sertçe kemiğin durduğu platforma çarpıp yere düşmesiydi. Wolfgang telaşla eğilip onu iki avucu içinde aldı. Büyük bir karga olduğu için bir serçe gibi taşınması imkansızdı ama sonuçta bir köpek boyutunda hayvanları taşıyabiliyorlardı. Onu da taşıyabilirlerdi.
Tam odadan çıkmak ve Leo ile yeniden karşılaşmak için hareketlenmişlerdi ama onun öfkeli gözlerinin hemen altında sinsi bir gülümseme oluştu. Sarmaşıklar önlerinde kapanmaya başladı ve onları odaya hapsetmek için hızlıca görevlerini yapmak için hareketlendi. “Bu işlerin bu kadar kolay olduğunu düşünmeniz…” dedi alaycı bir sesle. “Leo, aç şunu, bunu yapma.” Wolfgang çaresizce uyarmıştı. Fakat bunu büyücülerle içeride kalacağı için mi yoksa gerçekten bir Kristal olduğu için mi söylemişti anlamak zordu.
Karga baygın bir şekilde Wolfgang’in kollarında dururken ağır ağır nefes alıyordu. Fare endişeyle ona bakıp duruyordu. Bunu anlayan Wolfgan onu şaşırtarak şefkatli bir şekilde “iyi olacak, daha kötü şeyler atlattı” dedi. Fare başını salladı. Bir nevi teşekkür etmişti. Fakat gerginliği onu öylesine derin sarmalamıştı ki hiç bir şey düşünemiyor, hiç bir şey yapamıyordu. Saçlarını toplayarak sağ omzundan sarkıttı ve ellerini birbirine sürttü. Üşüyor muydu? Korkuyor muydu? Ikisini de anlayamıyordu.
Neyse ki tüm talihsizlikler onların alehine değildi. Sarmaşıkların hemen önünde yavaşça beliren kadın da Leo gibi sarı saçlara sahipti. Upuzun altın sarısı saçları dümdüzdü ve üzerindeki lila rengi elbise ile hiç bir şey söylemese bile kraliçe olduğunu bağırıyordu. Farenin gözleri kocaman açıldı. Wolfgang “kraliçem…” dedi şaşırmış bir şekilde. Aslında farenin burada düşündüğü tek şey kadının onları öldürmeye mi yoksa onlara yardım etmeye mi geldiğiydi. Kraliçe onlara döndü. Lila rengi gözleri baş döndürücüydü. Fare, bu kadının güzelliğinin onu bile etkilediğini kabul etmek zorundaydı. “Wolfgang, iyi misin?” diye sordu kibarca. Aslında daha çok yıllardır muhafızı olan adam için endişelenmişti ve bu… “bu çok zarif” diye düşündü yüksek sesle fare.
Leo “sevgilim” derken ona doğru yürüyordu. Fakat her şeyin farkındaymış gibi kraliçenin gözleri onunla hiç buluşmuyordu. Gözleri Wolfgang’deydi, farede ve kargadaydı. “Onu anlamış” dedi fare Wolfgang’in soru işareti dolu gözlerini rahatlatmak için. Onu anlamıştı. Bir siren olduğunu fark etmişti. Tam da karganın dediği gibi “bencil ama acımasız olmayan” biriydi. Şu an bencillik kısmını da halletmiş gibi görünüyordu.
Leo ona dokunacak kadar yakınına geldiğinde, kraliçe gözlerini fareye çevirdi. “Güneşi geri getir minik fare.” Sözleri yüksek duvarlar arasında yankılandı ve bir arp gibi çıkan tonlaması şu an ona bakan iki kişiyi de olduğu yere mıhladı. “Güneşi geri getir…”
Wolfgang onun ne yapacağını anlamış gibi “kraliçem lütfen” diye öne adım attı. “Lütfen delice bir şey yapmayın.” Fare’nin gözleri Wolfgang’i buldu. Ona gerçekten bağlı olduğu için mi bu şekilde bakıyordu yoksa… “karısına olan bağlılık yemini” geldi aklına, böyle olamazdı. Ya da belki… insanlar aşkı kontrol edemezdi. Insanlar sadece bu işi gerçeğe dönüştürme konusunda irade kullanabilirlerdi. “Ona aşıksın…” dedi fısıltıyla fare. Wolfgang gözleri bir an öfkeyle ona döndü fakat yorum yapamdı. Itiraz etmedi, kabul etmedi, kızmadı, gülmedi. Hiç bir şey yapmadı. Aşk… insanı çaresiz bırakan nadir şeylerden biriydi.
Kraliçe sonunda gözlerini kaldırdı ve Leo’ya döndü ama gördüğü en hızlı hareketle onu bileğinden yakalayarak sıkıca sarıldı. “Ne…” Leo hiçb bir şey anlayamadan iksi de bir anka kuşu gibi gözleri önünde yanmaya başladı. Gerçek bir alev değildi. Bu bir büyülü ateşti. Bir anka kuşunun aleviydi. “Phoenix” dedi fare kendinden geçmiş bir şekilde. Bu, tüm büyücülerin bildiği ve herkesin “mucize kadın” olarak tarihe yazdığı Phoenix’in ta kendisiydi. Anka alevleriyle küle dönen, şefkatin ve tüm fedakarlıkların temsilcisiydi. “Yanlış anlamışsın karga, bencil mi?” diye söylendi kendi kendine. Bu kadın bencilliği temsil edebilecek son kişiydi.
Ankanın aleviyle yanan Leo ve kraliçe bir anda havada uçuşan parlak ateş böceklerine ve oradan da rüzgara dönüştü. Wolfgang yere diz çökmüştü. Bu, daha çok koruyamadığı bir görevin onda bıraktığı çaresizlik ve mutsuzluktu. “Bak” dedi sadece Wolfgang’in gözlerini ona çevirmesini sağlayarak. Elinde tuttuğu kemik yavaş yavaş ankanın aleviyle yanarak yok olmuş ve havalanan ateş böceklerine dönüşmüştü.
“Ne oluyor?” Wolfgang aslında yorgun ama meraklı bir şekilde sormuştu.
“Kraliçe bağlı olduğu büyü, Leo, bu kemiğin bağlı olduğu ruhtu. Artık yoklar. Bağ kalktı.”
“Kemik kaybolduğunda kalenin devasa pencerelerinden içeri sızmaya başlayan güneş tüm koridoru aydınlatmıştı. Kısa zaman içinde kapalı kaldıkları odanın önündeki sarmaşıklar da aynı şekilde anka aleviyle kaybolmuştu.
Güneş ışıkları kalenin içini tüm ihtişamı ve parlaklığıyla doldururken karga uyanmıştı. Fare büyük bir endişeyle ona dönmek isterken o, tüm gücüyle Wolfgang’in ellerinden kurtulmuş ve sert bir kanat çırpışla havalanmıştı. Güneşe uçuyordu. Muhteşem siyahlıktaki tüyleri pencerelerin önünde keyifle süzülen kargayı ışıltılar içinde parlatıyordu. Keyifle, özlem duyduğu güneş ışıkları içinden geçerek tüm koridor boyunca uçmaya devam etti. Fare ve Wolfgang onu izlemekten kendilerini alamıyorlardı. Bu kadar özlem duyduğu bir şeyle dans etmeye uçması şaşırılacak bir şey değildi.
Sonuçta “güneşi geri getirmişlerdi.”
10. BÖLÜM: KAHVELİ KURABİYE
Karga muheşem siyah saçlarından elini geçirdi.
Hep bunu yapıyordu. Fare gözlerini böyle anlarda ondan çekemediğini fark etti.
Spagetti Han’ında oturuyorlardı. Güneş geri geleli tam bir hafta olmuştu ve hepsinin kendine gelmesi de tam olarak bu kadar sürmüştü. Güneşin sıcaklığına söylenmeye başlayan insanların geri geldiğini ama herkesin daha güler yüzlü olduğunu gördükleri kalabalıklar her yerdeydi. Herkes dışarıdaydı. Belli ki güneşi özeleyen bir tek karga değildi.
Yemek yemişlerdi ve ortada duran meyvelere dadanmak için an kolluyorlardı. “Ben kavuna bayılırım” dedi fare heyecanla kavun tabağına uzanırken. Wolfgang gülümsedi. Onu böyle normal kıyafetlerle ve ona tiksinen gözlerle bakmazken aynı masada bulacağını hiç düşünmemişti. Mavi gözleri gülümsemesine eşlik etmişti. “Ben de” derken farenin uzandığı kavun parçasını çalmış ve daha da sırıtarak çiğnemeye başlamıştı. Fare, bunun onu yıldırmasına izin vermedi ve gözlerini devirip, yenisine uzandı.
“Kavun kesinlikle en güzeli, şunun tatlılığına bak” afiyetle çiğnerken arkasına yaslanmıştı.
Karga düşündü. Aslında kavun mu seviyordu, karpuz mu? Yani fare belli ki kavunda çok ısrarcıydı. Sırf ona inat olsun diye tersini söylemek çok eğlenceliydi. Onun tepkileri keyif aldığı bir alışkanlığa dönüşmek üzereydi. Böyle böyle onu hayattan soğutma ihtimalini düşündü. “Karpuz” dedi gözlerini onu hiç umursamıyor gibi çevirerek. “NE!” diye bağırdı sanki ona bıçak çekmiş gibi. “Saçmalıyorsun karga, her zaman ki gibi. Istediğini düşün, asla bu işten anlamıyor olduğun gerçeği değişmeyecek.” Ona tek kaşını kaldırıp baktı. “Peki” dedi gülümsememek için dudaklarını birbirine bastırarak. Farenin ışıltılı gözleri hala onu ve karpuza uzanan elini takip ediyordu. “Sana inanamıyorum. Işte, deve hoşaftan ne anlar.”
Karga karpuzunu çiğnerken “eşek” dedi. Karga yine gözlerini soru işaretleri dolu bir ifadeyle kıstı. “Ne?” dedi. “Eşek denir ona. Eşek, hoşaftan ne anlar.” Wolfgang kahkaha atmışken, fare gözlerini devirdi. “HER NEYSE SERSEM!”
Karga gülümsedi ve onun yüzüne yaklaşarak, baş döndürücü fısıltısıyla konuştu. “Komiksin fare, hoşuma gidiyorsun” dedi. Fare bir an elini ayağına dolaştıran bu hareketle olduğu yerde kalmıştı. “Ne saçmalıyorsun sen, kes şunu” dedi nefes almayı hatırlayarak. Karga gülümsedi ve arkasına yaslandı.
Fare hızlı hareketlerle çantasından bir kutu çıkardı ve ortaya bıraktı. “Alın bunu da yiyin” dedi önerdiği şeyden çok memnun olduğunu fazlasıyla belli ederek.
“Ne bu?” karga merakla öne doğru eğilip kutuyu açmıştı. Içinde minik yuvarlak biraz kahve tonuna bulanmış kurabiyeler vardı. Fare gülümseyerek gururla kollarını bağladı. “Bu özel tarifim” dedi ikisinin de kurabiyeye uzanana ellerini seyrederek.
“Buna ‘kahveli kurabiye’ diyorum.”
Kahveli kurabiye… kimsenin bilmediği ve öğrenemeyceği bunca maceranın ardından paylaşılacak en iyi şeydi. Nitekim masadaki herkes bunu anlamış gibi sessizlikle güneşin onları ısıtan ışıklarının eşliğinde yemeye başlamıştı bile. Karga ve fare birbirine baktı. Ikisi de kabul eder ya da reddederdi ama ne olursa olsun artık birbirlerine bağlı olacakları bir maceranın karakterleri olmuşlardı.
Karga ve fare “güneşi” geri getirmişlerdi…
SON -
Comments