top of page

Arkasya Günlükleri Hikayeleri - 3



“Karanlık”



Uzun zamandır Arkasya’da olan biriyle, uzun zamandır Kızıl Şehir’de olan biri arasında uçurum kadar fark vardı. Arkasya sürekli kendini korumak için ve savaşa hazır olmak uğruna büyütüldüğün bir yerdi. Bilgi, bunun için kullanılırdı. Bu yüzden bazı aileler, özellikle gardiyanları belli bir yaşa kadar Kızıl Şehir’de tutmayı severdi. Fakat Rafael böyle değildi. Onun eğitimi, karanlığıyla insanın yüreğine oturan ve baş edilmesi imkansız acılarla bezeli Kan Adası’nda olmuştu. Çocukluğunun ve gençliğinin ilk kısımlarını orada geçirmiş, gerçekten ağlayarak, canı yanarak büyümüştü. Bunu acınası olduğu düşünülsün ya da merhamet edilsin diye kabul etmiyordu. Bunu, geçip geldiği karanlık yolların Rafael’i nasıl bu Rafael haline getirdiğini unutmamak için sürekli hatırlamak istiyordu. İçindeki karanlığın gerektiği anlarda yardımına koştuğuna şahit olmuştu. Bu karanlığın onu kendi gardiyanı gibi koruyan bir yol arkadaşı olduğunu çok uzun yıllar önce kabullenmişti. Bu, Arkasya’da hayatta kalmanın en önemli şartıydı. Hayatı boyunca da bu karanlıktan çekinmesi, kaçınması gerektiği bir zamanı hiç olmamıştı. Bundan utanacağı ya da bunu saklamak isteyeceği anları hiç olmamıştı. Ta ki şimdiye kadar. Ta ki savaşçısını bulana kadar. Ta ki Lara’nın yanında olması gerektiğini öğrenene kadar. 


Şimdi karanlıklarını nasıl daha iyi saklayacağını, daha iyi kamufle edebileceğini düşünüp duruyordu. Nasıl onu korkutmayacağını ya da en önemlisi onun güvenini nasıl kazanacağın düşünüp duruyordu. 


Tek sorunu bu da değildi. Arkasya’yı bildiği için, Rafael’in nerede büyüdüğünden haberdar, daha genç yaşlarda tanışmış olduğu Mikail de bir diğer sorunuydu. Mikail iyi bir adamdı. Aslında ondan, onun kendisinden nefret ettiği gibi hissetmiyordu. Fakat o kadar da normal sayılmayan bir anneye rağmen kendisini daha da karanlık gösteren bir duruşu vardı. Bu da onu sinir etmeye başlamıştı. Savaşın ortasında “kan dökülmesin” diye bağıramazdın. Yani en azından olmaması gerektiğine inandığı buydu. Çünkü savaş, tam da bunun için olurdu ve Rafael için savaşçının biraz karanlık olması şarttı. Eh belki de kendisinin ikinci gardiyanının olmasının bir diğer sebebi de tam da buydu. Işıktan sapmayan ama gölgede durmaya korkmayan bir savaşçı yaratmak. 


“Kan gölü etrafında Arkasya’dan daha da çok korkmasını istemiyorum.”

Mikail sakince Rafael’e doğru konuştuğunda, o da düşüncelerinden nihayet sıyrılmıştı. Ayaklarını sandalyeye uzatmış ve kollarını bağlamıştı. Yine Arkasya zırhını giymeden gelmişti şehre. Son farkındalığı Lara’nın zırh yüzünden daha mesafeli olduğunu hissetmesiydi. Mikail tezgahta kahvenin demlenmesini beklerken duvara yaslanmıştı. 

“Ben de kan gölü içinde kalsın demiyorum adamım. Ama unutma Arkasya biraz bu. Yani ona aydınlık bir Arkasya mı vaad ettin, anlamama yardım et.” 

Mikail bıkkın bir şekilde iç çekerken başını da duvara yaslayıp, gözlerini tavana dikti. 

“Bir vaadim olmadı. Sadece daha gitmeden Arkasya’dan ürkmesini istemiyorum.”

“Bence onu çok zayıf düşünüyorsun. Karanlığa düşündüğünden daha aşina bence.”


Mikail kabul edemiyormuş gibi başını sağa sola sallarken nihayet öten kahve makinesinin yanına gitti. “Öyle görünüyor,” ellerini tezgaha dayadı ve gözlerini Rafael’e dikti, “... yine de onu babasının kayıbında gören sen değilsin. Bunlara alışık değil. Kayıplar, ölümler.. Bunlar…”

Rafael cümlesini yarıda kestiğinde kaşlarını kaldırdı “aynı zamanda babasının dedektiflik yaptığı işlerinin peşinden koşuyordu. Cesur, bunların içinde rahat olmak istiyor. Ben de tam bu yüzden karanlığı daha yakından tanımalı diyorum.” 


Mikail ona ne cevap vereceğini düşünüyor gibi bir süre bakışlarını çekmedi. Sonra nefes bırakıp kendine kahve koydu ve verandaya doğru yürümeye başladı.  


Rafale söylenerek ayağa kalkıp peşinden giderken “rahatımı bozmaya bayılıyorsun” dedi. Miail onu duymamış gibi verandadaki koltuğa oturdu ve kahvesinden içti. “Rahatımı bozan önce sensin.”

“Ne demek o?”

“Lara ile arama girmeyebilirdin. Bu lanet olası ikinci gardiyan mevzusu beni bulmak zorundaydı.”

Rafel güldü. Kollarını bağlayarak kapının kirişine yaslandı. “Rahatının bozulması tuhaf, bu kadar kısıkançlık sana hiç yakışmıyor Mikail.” Mikail, Rafael’in alaycılığına gözlerini devirdi. 

“Alakası yok. Tüm düzeni mi bozuyorsun. Saçma sapan fikirlerin var.”

“Ne gibi?”

Mikail kahvesini yudumlarken bardağın üzerinden zümrüt yeşili gözleriyle Rafael’e baktı. “Karanlık, kan falan filan.” Rafael insanı üşüten bir kahkaha attığında konuşmanın ciddileştiğini anlamış gibi bulutlar güneşi kapatmıştı. “Falan filan mı? Mikail, Lara savaşacak. O iblislerin, karanlık ve güç delisi adamların ortasına atacağız onu. Bunu ne kadar çabuk kabul edersen, senin için de o kadar iyi olur, onun için de.” 

Mikail sakinleşmiş gibi gözlerini indirdi. Halkıydı. Mikail’in asıl sinirlendiği de tam olarak bu konuda haklı olmasıydı. Lara’yı bunların ortasına atmak istemiyordu. Elinden gelse onu savaşçı olmaktan kurtarmak isterdi. Fakat bunları düşünen zihni gardiyanlığına ihanet ediyordu. Rafael’in aksine, hislerine o kadar çok özgürlük vermişti ki, şu an bunlarla başetmekte zorlanıyordu. Akıntıda kaybolmaya başlayan sis gibiydi. Suya değdikçe dalgalara yem oluyordu sanki. Rafael bu sessizliğin etkisiyle Mikail’in yanındaki koltuğa oturdu. 


“Ne hissettiğini biliyorum demek isterdim ama içimden bir ses doğru olanın ne olduğunu zaten bildiğini söylüyor.” 

Rafael, Mikail’in onu tersleyen bakışlarına rağmen başını sallamasıyla kollarını bağladı. Tam da düşündüğü gibi. Ne olması gerektiğini o da biliyordu. Ancak her neyle boğuşuyorsa, şu an mantığını zincirlerden kurtaramadığı açıktı. 


Mikail, Lara’yı ilk gördüğü anı düşündü. Sokakta, karanlık adamın biri tarafından köşeye sıkışmıştı. Onun için adamı çöplerin içine gömmek iyi hissettirmişti. Üstelik daha tanışmadığı bir kadın için bunu yapması gerektiğine inanarak o sokağa girmişti. Daha önce böyle bir şey hissetmemiş olduğunu bile bile günlerce ondan uzak durup durmaması gerektiğini düşünmüştü. O zaman da bunu yapmıştı. Şimdi de reddettiği şeylerin eninde sonunda onu bulacağını biliyordu. Üstelik bu defa geç kalması işten bile olmazdı. 


Sonra onunla Tilki Pizza’ya gittiği günü hatırlıyordu. Onu içeriye girmemeye ikna ettiği için kızmıştı ama sonunda yemek ısmarlamasına izin verdiği için her şey yolundaydı. Fakat o gün de yine mesafesini korumuştu. Kendi ailesinden bile dürüstçe bahsedemediği o anı hatırlıyordu. Gerçi kim yeni tanıştığı birine kendi annesi gibi birini açıkça anlatmaya cesaret edebilirdi ki? Bu da Mikail’in şahsi laneti sayılırdı. 


Tüm bunlar zihninde dönerken Rafael’in haklılığına kızmamak elinde değildi. Çünkü biliyordu ki Lara’nın güvende olmasının en iyi yolu bu kan dolu gerçekleri bir an önce öğrenmesi ve daha acımasız olmaya alışması gerekecekti. Doğru yolu bilerek, doğru zamanda, doğru şekilde öfkesine tutunmayı öğrenmesi gerekecekti.  


Onu düşüncelerinden kurtaran kapının kapanma sesi oldu. Sonra ayak sesleri onlara doğru gelirken ikisi de birbirine baktı. Bu bakışma daha çok “normale dönelim” demek gibiydi. Tüm bu düşüncelere gelene kadar Lara’nın mücadele etmesi gereken ve henüz alıştığı yeni bir benliği vardı. En azından Mikail de Rafael de bu konuda hemfikirdi. 

“Ah” diye şaşkınlıkla gösterdi kendini veranda girişinde Lara. “Siz ikinizi böyle yan yana kahve sohbetinde görmek ne tuhaf. Artık birbirinizden hoşlanmaya mı karar verdiniz?”

“Alakası yok” dedi ikisi de aynı anda. Lara’nın gülüşü o kadar güzeldi ki gardiyanları da gülümsemeden edememişti. “İyi,” derken omuzlarını silkti Lara. “Benim canıma minnet.” 


“Şimdi ne yapıyordum? Seninle Arkasya tarihi için Violet’in yanına gideceğiz” elini Mikail’e uzattı. Sonra gözleri Rafael’i buldu “seninle de pala talimi yapacaktık, doğru mu hatırlıyorum?” 

“Evet ama üzerime daha seksi şeyler giyip gelmem lazım. Talimler unutulmaz anlar yaşatabilir.” 

“Flört için ilginç alanların var Rafael.” Lara gözlerini kısarak ona bakarken, Mikail yerinden kalktı. “Hadi gel sana kahve yapalım.” 


“Ben de istemiştim ama hiç oralı olmadın, her zamanki gibi” derken Rafael kollarını bağlamış, arkasına yaslanmıştı. Yüzündeki ifade az önceki andan ne kadar rahatsız olduğunu anladığını anlatırcasına muzurcaydı. Lara, Mikail’in arkasından yürürken, verandadan çıkmadan kirişe tutunup Rafael’e fısıldadı. “Ben sana kahve getireceğim, bekle burada.” Sonra sanki çok gizli yapılması gereken bir şeymiş gibi parmağını dudaklarına götürüp Rafael’e ses çıkarmamasını söyleyerek içeri girdi. Rafael durgunlaşan kalbinin hızlandığına, bakışındaki sıcaklıktan canının yandığına yemin edebilirdi. Her seferinde tuhaf ve adını koyamadığı şeyler hissettirdiği anlar yaşatmayı başarıyordu. Nasıl oluyorsa Rafael de bunları hiç engelleyemiyordu. 


Düşününce savaşçının gardiyanları zayıf kılması normal sayılırdı. Sonuçta gardiyanların varlık sebebi savaşçılarıydı ama bu durumda gerçektende karanlığını Lara ile paylaşması zorunlu görünüyordu. Belki de karanlığı saklamaya çalışmak yerine, simsiyah bir kuyudan çıkmak için gardiyanlarını nasıl kullanması gerektiğini öğretmek en iyisi olacaktı. 

Gerekirse onları nasıl yok etmesi gerektiğini de.

 
 
 

Comments


bottom of page