FARE VE KARGA 2 (“BÜYÜCÜ YASASI”)
- Zumrut Tanrioven
- 13 Eyl
- 77 dakikada okunur

BÖLÜM 1: ŞEVKAT HALLERİ
Jack gündüzleri uyanmaya yeniden alışmalarını garipsediği sabahlardan birinde duşunu almış ve kendine verdiği ödülle üzerine giydiği turuncu, kırmızı geometrik desenlerle bezeli polara sarınmıştı. Kış beklenmedik bir şekilde sert gelmişti ve şehri soğuktan adeta yakıyordu. Bazen soğuk güzeldi ancak bu, cezası idam olan bir suç olmalıydı.
Gece siyahı saçlarını havlunun içinde karıştırırken salona doğru ilerledi ama beklemediği şekilde gördüğü ayaklar ve ses bir an için onu hazırlıksız yakalamış ve yerinde hoplatmıştı.
“Çok uzun zamandır duştasın, seni tanımasam bir kadınla olduğunu düşünecektim.”
Fare kollarını bağlamış ve çıplak ayakları hiç üşümüyormuşçasına rahat bir şekilde ona bakıyordu. Jack iç çekerken saçını hızlıca kuruladıktan sonra havluyu koltuğun başına bıraktı. “Sen, gerçekten ders almıyorsun Fare. Ödümü patlattın.” Fare omuz silkerken gülümsemiş ve durumdan gayet mutlu bir şekilde kendini koltuğa bırakmıştı. “Ayrıca..” Jack de kollarını bağlayarak koltuğa bakan mutfak tezgahına yaslandı. “Çok merak ettiysen duşa gelebilirdin, hayır demezdim.” Dudağındaki çarpık gülümseme ve saçlarına vuran güneşin onları siyah-lacivert parlatmasıyla her zamanki kadar yakışıklı görünüyordu.
Fare başını sağa sola sallarken “asla” dedi kendinden emin. Karga’nın gülümsemesi daha da genişlemişti. Fare huzursuz olmuştu. Az önce ona yaşattığı korkunun intikamı için yeterli görünüyordu.
“Bu üzerindeki abuk subuk şey ne? Yani genelde siyah giyinirdin, bugün ne değişti?”
“Sen beni ne kadar tanıyor olabilirsin minik fare, hadi boş konuşma da sadede gel. Niye geldin yine? Çünkü bugün huzurlu bir gün geçireceğimi düşünüyordum.”
“Gelmeden önce Spagetti’de Wolfgang’i gördüm. Yine çok seksiydi.”
Jack kaşlarını kaldırırken gözlerini kıstı. “Wolfgang’i seksi mi buluyorsun? Seksi bulmadığın biri var mı?” Fare gülümsedi. Bu gülümseme daha çok onu sinir etmiş olduğunu bildiği için keyiflendiğini anlatıyordu. “Bütün Kristaller seksidir tüylü karga, ama Wolfgang bir başka”
“Adamın unutamadığı bir karısı var. Hatırlatırım.”
“Tamam canım bir şey yapmıyoruz zaten. Sadece üzerimdeki etkisini bilmeni istemiştim.”
“Gerek yoktu. Çok detay bilmeme gerek yok. Kimleri seksi bulduğunla da ilgilenmiyorum çünkü buna düşersek sanırım tüm şehri sayman gerekir.”
“Sen hariç.”
Karga gülümsedi. Ellerini yeniden ıslak saçlarından geçirdi ve gülümsedi. Bu gülümseme her seferinde Fare’yi nefessiz bırakmaya yetiyordu. “Güzel, bunu bilmem iyi oldu.”
Fare konuyu dağıtmak için koltuktan kalktı ve tezgahın arkasına geçti. “Yemeğin var mı çünkü çok açım.” Etrafta bir şeyler bulmayı umarken Karga da ona dönmüş ve bu sefer dirseklerini tezgaha koyarak eğilmişti. “Kutunun içine bak, bir şeyler olacaktı. Kahve de var.”
Fare ona söylenilen şeyleri toparlarken, Karga’ya da bir bardak kahve koyup önüne bırakmıştı. Jack gülümsedi. Ona bazen inanılmaz sinirleniyordu ve çoğu zaman huzursuzluk sebebiydi ama tatlılığı mücadele edilemez derecede etkiliydi. Üstelik en son yaşadıkları maceradan sonra tadıp sevdiği için sürekli kahveli kurabiyesinden yapıp getiriyor, bazen de onu sinir ederken bir yandan da evini toparlıyordu. Jack tüm detayları fark ediyordu. Fare, Jack ile ilgilenmeye de çalışıyordu ve bunu neden yaptığını tam olarak da bilmiyordu. Yine de… çok uzun zaman tek başına olduktan sonra iyi hissettirdiği kesindi. Onun etrafta olması güzeldi. Çoğu zaman.
“Peki Fare,” Jack kahvesinden yudumlarken bardağının üzerinden bakışlarını ona kaldırmıştı. “Tam olarak neden tatil günümde evimi istila edip, benim duşta neler yaptığıma kafa yoruyorsun? Bu sefer nasıl bir problemle gelmiş olabilirsin?”
Fare kutunun içinde bulduğu çöreklerden birini kemirdikten sonra gözlerini kıstı ve onu dinlerkenki dikkati bir anda kızgınlığa dönüştü. “Bana bak Karga öncelikle senin duşta ne yaptığınla ilgilenmiyordum. Yani beni ilgilendirmez. Ayrıca ben hep geliyorum.”
“Hayır, hep gelmiyorsun. Bugün gelmeyeceğini açıkça söylemiştin. Sorun nedir?”
Karga’nın bu sefer ciddi bir şekilde konuşması Eden’i de kendine getirmişti. İç çekti ve kollarını bağladı.
“Aslında senin “Spagetti’ye neden gittin?” demeni bekliyordum. Wolfgang’i görmemin bir sebebi vardı çünkü beni o çağırdı. Prens’in bizi kurtaran annesinden bir gram bile güzellik almadığını düşündüğüm bu adamın bazı yeni planları varmış. Kral artık işlerden çekildi. Yani eşine olanlardan sonra inzivaya çekildi diyelim.”
“Yine benim hiç ilgilenmediğim konular. Beni rahat bırak Fare çok rica ediyorum. Git biraz gez toz, beni bırak, Wolfgang’le seviş ne bileyim. Bence daha fazla bizi alakadar etmeyen işlere bulaşmayalım. Güneşi getirdik, gerisini de başkaları düşünsün. Lütfen.”
Fare bu cümlelerden hiç etkilenmemiş gibiydi. Hatta pozisyonunu hiç değiştirmemişti bile. Kolları bağlı hala ona dik dik bakıyordu. “Saçmalama Jack. Bizi ilgilendirmiyor dediğin hikayenin bir devamı var. Beni dinleyecek misin?”
Jack yeniden kahvesinden yudum alırken tek eliyle devam etmesini işaret etti. Yine gözleri onu takip ediyordu.
“Prens büyücülerle ilgili yeni bir yasa hazırlıyor. Bizi toplu mezarlara gömüp, tüm şehri büyücülerden temizleyecekmiş.”
“Böyle bir şey yapmaya çalışırsa kimse izin vermez ki. Üstelik şehir Prens’in itibarından hala şüpheli. Bunu yapması için delirmiş olması lazım.”
Fare başını şiddetle sağa sola sallarken “öyle değil. Şehirde ne kadar insan büyücülerden hoşlanıyor ki bir düşün Karga. Zaten sevilmiyoruz. Canlarına minnet. Hatta Prens’in bunu bile isteye, kendine iyi getirisi olsun diye yaptığını düşünüyorum. Ayrıca Wolfgang bu toplantıların yapıldığını söyledi. Yani yasa kesinlikle hazırlanıyor.”
Jack iç çekti ve ellerini yeniden saçlarından geçirip kahvesini bitirdi. Sonra koltukların kısmına doğru yürüyerek oturdu.
“Peki ne yapabiliriz ki? Bu bir yasa olacaksa, bunu nasıl durduracağız?”
Fare, Karga’nın konuyla nihayet daha ciddi ilgilenmesinden keyiflenmişti. Bu yüzden çöreğini tamamen ağzına tıkıp, kahve kupasıyla onun yanına hızlı adımlarla gelip oturdu.
“Wolfgang diyor ki, Kristallerin neredeyse hepsi buna aslında karşı. Kralı da ikna edebileceklerini düşünüyorlar. Tek sorun özellikle önemli bir Kristali bu iş için gerçekten ikna edip Kral’a göndermek. Wolf, diğerlerini kendisinin halledeceğine emin.”
“Benim anlamadığım bu adam büyücülerden nefret ediyordu. Niye bu işi sana getirdi acaba?”
Fare ellerini ona katılır gibi kaldırıp, koltuğa dizleri üzerinde oturdu. Jack’e o kadar yakındı ki, saçlarının yenilenmiş kokusunu ve tüm temiz rüzgarı suratına vurmuştu.
“Ben de bunu dedim. Belki ben ölmeyeyim istersin ama büyücülerden kurtulmak istemiyor muydun, şimdi ne değişti? Dedim. O da, birilerini sevmeyebilirim ama insanları topluca öldürmek benim işim değil. Ayrıca bu şehri korumak için yemin ettim. Bu, korumak olmaz, dedi.”
Jack çarpık bir gülümsemeyle başını salladı. “Evet, tam onluk bir cevapmış. Mantıklı”
“Tamam mı? Yapacak mıyız bu işi Karga kral?” Fare o kadar heyecanlıydı ki gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Beyaz teninin vanilya parlaklığı camdan giren güneşle daha da aydınlanmıştı. Ona hayır demek çok zordu ama hayır diyecekmiş gibi yapmak en azından daha iyi hissetmesini sağlıyordu. “Wolfgang’le flört etmezsen yaparım.” dedi onun şaşkınlıkla açılan gözlerine karşılık. Gülümsedi. Bu tepki de bir kurabiye kadar eğlenceli görünüyordu. “Ne alakası var ya! Sana ne ayrıca. Git şu rengarenk şeyini değiştir sen. Bu şekilde ciddiye alamıyorum.”
Jack’in gülümsemesi genişledi ve güzel dişleri ortaya çıktı. “Bana söz ver. Eğer sözünü alırsam, bu işte sana yardım ederim.”
Eden ona bakmaya devam ederken ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Ancak anlaşılan gerçekten bunu istiyordu. Gözlerini istemsizce kıstı. “Beni kıskanıyor musun?” diye sordu muzurca. Jack gülümsedi. “Bilmem, gerçekten neden bunu istediğimi asla bilemezsin. Belki onu kıskanıyorumdur. Ya da bir fare olduğun için, onu incitebileceğini düşünüyorumdur.”
“Ya! Ciddi cevap vermiyorsun. Ben senin dediğini nasıl ciddiye alacağım peki?”
Jack cevap vermeden yerinden kalktı ve içeriye üzerini değiştirmeye giderken aralarındaki fiziksel yakınlığın gerginliği dağılmıştı. Odasına girerken tam da rahatlamış bir şekilde koltukta esnemeye başlayan Fare’ye seslendi.
“Kıskanıyorum. Gerçek sebebi bu.”
BÖLÜM 2: KAYBOLUŞ
Jack tüm her şeyin ötesinde bu planların karanlık ucunun Eden’i bulmasından korkmuştu. O gece o kadar çok düşünmüş ve olacaklar için ihtimalleri bulmaya çalışmıştı ki, bir saniye bile kapanmayan gözleri yüzünden çıldırtıcı şekilde başı ağrıyordu. Bu işi onun için yaptığını söylemek istemiyordu. Ayrıca onu kıskandığını söylediği için dünden beri sürekli yanakları kızarık bir şekilde geziyordu ve gözlerine bakamıyordu. Jack, önünde yürüyen Fare’yi takip ederken bunları düşünüyordu ve yüzündeki gülümseme, Fare’nin insanı parçalarına bölüp, birleştiren sevimliliğinin etkisindendi.
“Yolu bulabileceğine emin misin Fare?”
“Sus artık, sabahtan beri aynı şeyi söyleyip duruyorsun. Bulacağım… sanırım.”
Karga gülümsedi. Hala ona bakmıyordu ve onlar etrafta döndükçe de özgüvenini kaybediyor, savunmasız hale geliyordu. Aslında yaklaşık kırk dakikadır aynı yerde dönüyorlardı. Jack bunu fark edeli yarım saat olmuştu. Yani hiç bir işaretten, farklı bir şey yapmaları gerektiğini bir türlü anlayamıyordu. Bu, durumu daha da komik yapıyordu. Bu yüzden bir önceki tur dikkatini çekmek için bakmasını sağladığı şeyi yeniden görsün diye “şuradaki evin çatısı mor mu ne?” diye sordu. “Ah evet” dedi sadece Fare önce umursamaz bir şekilde ama birkaç saniye sonra olduğu yerde durdu. “Ne?” dedi panik halinde. Etrafına iyice bakmaya başlamıştı artık. “Evet bu çatı mor Karga. Ayyyy kahretsin ya aynı yerde daire çiziyoruz.” Kendi paniği içinde kaybolup sağa sola dönmeye başlayan Fare bir yandan da kışın sert soğuğunu yumuşatmak için yerinde zıplıyordu. Kar burnunu kıpkırmızı yapmıştı eldivenle sarılı ellerini, olmayan cebine sokmaya çalışıyordu. Tüm bu karmaşanın arasında Karga’nın ona odaklı bakışlarını fark edince durdu. Jack kollarını bağlamış, montunun yakasının içine sokulmuştu. Boynunun etrafına sarılı yeşil atkı, üzerindeki tek renkli şeydi.
“Sen… biliyordun değil mi?”
Karga gülümsedi. Yorum yapmadı ama kısaca birkaç kere gözlerini kırpmıştı. kirpiklerinde asılı duran ince karlar yanağına bulaştı. “Bazen, gerçekten, sana söyleyecek kelimem yok Karga.” Sinirle arkasını dönerken o da kendine sarıldı. Sonra bir anda arkasında omzuna doğru yanağını ısıtan nefesin dediklerini dinlemek için kaşlarını çattı. “Çok emindin. Araya girmeye çalıştım, kabul etmedin minik fare.” Fare omzunu kaldırıp, Karga’nın çenesinden kurtulurken iç çekti. “Bul şimdi yolu. Wolf bizi öldürecek. Çok geç kaldık.”
“Bizi, gitmemiz gereken yerlere hep sen götür istiyorum Fare, bu işte çok iyisin.”
Atkısının arkasından çıkan küçük kahkahası Fare’yi iyice sinirlendirmişti ama yine de bir yandan kendini gülmemek için zor tutuyordu. “Yol kolay, çok uzak değiliz Fare, hadi gel, koluma gir, olmayan cebini arıyorsun sabahtan beri.”
Jack yeniden her zamanki ciddiyetine dönerken Eden gülümsedi. Onun bu onu sinir eden terslikleri ya da alay etmelerinin altında sıcacık bir tarafı vardı ve Fare de bunca zamandır onun etrafında olmayı bu yüzden seviyordu. Önce koluna girip iki elini de kolunun arasına sıkıştırdı. Yavaşça yürümeye başladıklarında sakince “hep böyleyim. Haritalar kafamda bir türlü oturmuyor” dedi. Jack ona yan gözle bakmıştı ama gözlerini kısan gülümsemeyle başını sağa sola sallamasıyla Fare daha da sakinleşti. Bu bakış… içini hep ısıtıyordu. İçine işleyen mürekkep gibiydi. “Sanırım bu bize yol bulma görevinden irtifa edeceğim.”
Fare’nin cümlesine kaşlarını kaldıran Karga gözlerini kısarak ona döndü. “İstifa ediyorsun diye anlıyorum” dedi. Yine de aslında o bile bir anlığına ne söylediğinden emin olamamıştı. “Of aman her neyse işte yürü, Wolf bizi öldürmeden, ona ulaşalım.” Karga sessizce gülümsedi ama yeniden yürümeye başlamışlardı. Kar hızlanıyordu ve gidecekleri mekan çok yakınlarındaydı.
Wolfgang üzerindeki gri pardösüyle onları tam da iksir tezgahının orada bekliyordu. Aslında şehirde simyacılar büyücü olarak kabul edilmezdi. Onlar daha çok doktor ya da kimyacı gibi görünürlerdi. Bir açıdan bu doğruydu ama her isteyen aynı karışımlarla o iksirleri elde edemezdi. Fare de bunun büyü dokunuşu olduğunu biliyordu. Simyacılar da bir nevi büyü ruhu taşırlardı ve bunun etkisiyle kendi kimya bilgilerini birleştirerek harika işler çıkarırdı.
“Tanrım bu adam çok iyi…” Fare’nin gözleri Wolfgang’i görünce canlanmıştı, Karga hızlıca onun ellerini kolundan çıkmaya zorladı ve adımlarını hızlandırdı. Eden arkasında gerçek bir muzur gülümseme patlatmıştı ama Jack bunu göremeyecek kadar inatçıydı. Bu yüzden ondan önce Wolfgang’in yanına ulaşmıştı bile.
“Dondum.” Wolfgang gözlerini kısarak söylenmeye başlamak üzereydi ama muhtemelen Jack’in ifadesinin hatrına bundan vazgeçmişti. “Her şey yolunda mı?” diye sordu Eden da yanlarına gelmişken. Fare kolunu Jack in koluna koyup “biraz huysuz, uykusunu alamamış” dedi. Jack cevap vermemişti ama hala ciddiyetsizliğine sinirlendiğini kolunun kasılmasından anlayabiliyordu. Wolfgang gülümsedi ve mavi gözleri karın beyazıyla daha da parlarken omuzlarını silkti. “Her neyse, sonuçta buradasınız.” Sonra etrafa gözlerini gezdirirken “soğuk insanları pek etikelimiyor anlaşılan. Hale bak. Herkes pazarda.”
Jack yürümeye başlamışken ellerini cebine sokmuştu. “Hadi, ısınacak bir yer bulalım” dedi sadece. Wolfgang durumu anlamaya çalışır şekilde bakışlarını Fare’ye çevirmişti. Eden omzularını silkip gülümsedi. “Dediğim gibi, huysuz.”
İkisi de arkasına takılmışken kalabalığı yararak ilerliyorlardı. Pazarın sonunda birkaç mekan vardı ve bu hanlardan birine doğru yöneldiğini anlayabiliyorlardı. Ancak mesafe henüz kapanmamışken pazarda bir anda başlayan bağırışlar hepsini durdurdu. Ortalık kaosa dönmüştü. Çığlıklar, ağlamalar, korku içinde bağırışlar duyuluyordu. “Ne bu?” dedi Fare gergin bir şekilde. Üçü de etrafı kolaçan eden bakışlarını pazarda gezdiriyorlardı ama ne olduğunu anlamak çok mümkün değildi. Tek gördükleri birbirlerini itekleyen insanlar, yere düşen insanlar ve bağırarak çocuklarını ortadan çekmeye çalışan ailelerdi.
Bu anlaşılmayan kalabalığın ortasından çıkmak için hareketlenen Jack, Fare’nin bileğini yakaladı. “Gidelim.” Wolfgang de onu onaylayarak ilerlemek için hareketlendi. Fakat sadece bir adım atmışken, üstü başı kir içinde bir adam kocaman elleriyle Jack’in kolunu yakaladı ve yardım isteyen gözlerle ona baktı. Adamın yüzünde kristalleşmiş damarlar toparlanmıştı ve parlıyorlardı. Bu gördüğü en tuhaf şey olabilirdi. Konuşmakta zorlandığı için boğazını tutuyordu ve Jack’in üzerine verdiği ağırlık nedeniyle sendeledi. Jack geri adım attığında adam tamamen öksürükler içinde yere düştü. Yerde çırpınmaya başlamıştı ve sesiz bir çığlık atıyordu. Sesi çıkmıyordu ama canının yandığını yüzünden, bağırmaya çabalayan dudaklarından anlamak mümkündü. Sonunda yüzündeki kristalleşmiş damarlar çatladı ve onu bir buz parçası gibi toz halinde öldürdü.
Fare kendini Jack’in arkasına saklamıştı. Üzerindeki ceketi o kadar sıkıyordu ki Karga kolunu hareket ettiremiyordu. “Pekala, toz olalım buradan” dedi kendinden emin ve yeniden elini Fare’nin bileğine sarıp bu sefer hızlıca aralardan ilerledi. Wolfgang de onları takip ediyordu. Sonunda kalabalıktan çıktıklarında kendilerini tam karşılarındaki hana attılar ve kapıyı kapatarak soluklandılar. Pazar camın ardında hala kaos içinde sallanıyordu. Bağırışlar ve korku hanın duvarlarının içine kadar işliyordu. “Neler oluyor?” diye sordu panikle hanın sahibi kadın. “Hala bizde anlamadık” diye cevapladı Wolfgang.
Camın önünden çekilip bir masaya oturduklarında hala çok sessizlerdi. Jack adamın elini koyduğu ceketine bakıyordu hala. Üzerinde beyaz kristallenmeler olmuştu. Bunu görür görme ceketi çıkardı ve şöminenin içine attı. “Birkaç saate anlarız” dedi düşünceli. Fare hala biraz gergindi ve topuklarını da oturduğu sandalyenin ucuna çıkarmış, dizlerine sarılmıştı. “Adama ne oldu öyle?” diye sordu. Aslında bunun cevabını beklemediği açıktı. Daha çok onu şoka uğratan şeyin ne olduğunu belirtmek istiyor gibiydi. “Bize şarap getirir misiniz” dedi Wolfgang aslında biraz da sakinleşmeleri için yapılabilecek en iyi şeyi söyleyerek.
“Daha önce böyle bir şey hiç görmemiştim.” Karga bunu söylerken oldukça düşünceli görünüyordu. Sonra gözleri Wolfgang’e döndü. “Birilerinin bu büyücüler konusunu öğrenmiş olması mümkün mü?” Karga’nın ciddiyeti onu da bir an için germişti. Şaraplar masalarına konurken “sanmıyorum Jack. Yani ben söylemesem Eden da bilemezdi ki. Mümkün değil. Resmi bir toplantısı bile daha yapılmadı. Planlamaları yapılıyor.”
Jack onun söylediklerine karşılık başını salladı. O zaman bu durum düşündüklerinden daha farklı bir çıkış noktasına sahip olabilirdi. Belki de Prens tam da bu yüzden büyücülerle ilgili kararlar almayı planlıyor olabilirdi. Jack bu sefer Eden’a döndü.
“Büyücülerin böyle karanlık işler çevirmeye başladığını duymuş olabilir misin? Belki de Prens bunun önlemini alıyordur?”
Fare de başını sağa sola salladı. “Bunu büyücüler birlik olup ayarladıysa bile ki büyücü işi gözüktüğünü kabul etmem gerek; daha önce başlamadığına eminim. Yani neden böyle bir şey yapsınlar ki? Kimseye karşı değillerdi. Bildiğim kadarıyla. Bence bir şekilde bu iş onlara gitmiş. Biri özellikle söylemiş bile olabilir.”
Karga yine onu onaylar şekilde başını salladı. O kadar düşünceliydi ki, gözleri mürekkep kuyusuna dönmüş ve kendi gölgesinde kaybolmuştu adeta.
“Bu işimizi normalden daha zora sokacaktır” Wolfgang onların yüksek sesle söylemek istemediğini söylemişti. Artık bir şansları vardıysa bile, şu an durum çok daha kötü olacaktı. Kristaller büyücülerin yok olmasına karşı durabilirlerdi. Şimdi Prens’i desteklemek isteyenlerin olması daha yüksek ihtimaldi.
Karga gözlerini kıstı.
“Bu planı uygulamak için Prens’in çevirdiği bir iş olma ihtimali ne acaba?”
“Bilmiyorum,” Wolfgang şarabını yudumlarken hala sakinleşmemiş pazara doğru baktı. “Prens’in çevresi geniş değildir ve pek sevilmez. Yani bunu yapabilmesi için çok gücü yok. Yine de parayla birçok işi yapabilecek gruplar tanıyorum.”
“Peki…” Karga cümlesine devam edemeden fare yerinden kalktı. Dışarıya odaklı bir şekilde hareket ediyordu. “Ben sizi bulurum.”
Handan o kadar hızlı çıkmıştı ki, Karga bir an ne yapması gerektiğine emin olamadı. Arkasından “bekle” diye bağırmıştı ama pek etkili olmamıştı. Onu pencereden izlerken, kalabalığın içinde koşarak kayboluşuna şahit oldu. Birini görmüş olmalıydı. Birini takip ettiğine emindi. Bu tip şeylere kalkışmadan bilgi vermemesi çok sinirini bozuyordu. Başına ne gelecekti? Nereye gidiyordu? Kimlere bulaşacaktı. Bir de bu yol bulma sorunu. Burası onun bilmediği bir bölgeydi ve yine kaybolacağına emindi. Başını hızlıca sağa sola salladı. “Bu kadın beni deli edecek” diye söylenirken Wolfgang dikkatle onu izliyordu. Göz göze geldiklerinde de bir şey konuşmadılar ama Karga nasıl göründüğünü biliyordu. Bu yüzden elini savurdu ve şaraba odaklanıp arkasına yaslandı. Hala gözü camın dışında, pazarın kalabalığında, uzak noktalarındaydı ama artık çok uzaklara gitmiş olmalıydı. Nitekim ona dair hiçbir şey yakalayamıyordu.
“Eminim ne yaptığını biliyordur.” Wolfgang’in sakinleştirme çabası da boşaydı. Yine de burada sessizce, düşünceler içinde kaybolarak oturmak zorundalardı.
Öyle de yaptılar.
Aradan üç saat geçtiğinde Jack bacağını sallamaktan yorulmuştu. Wolfgang de onu izlemekten bıkmıştı. “Adamım bu stresin beni geriyor. Sakin ol. Biz de başka şeyleri düşünmek için konuşsak zamanımız daha verimli olurdu.”
“Kafamı veremiyorum Wolf. Saçma bi sakarlığı ve sersemliği var, aklıma bir sürü şey geliyor.”
Wolfgang kaşlarını kaldırmıştı. “Bu kıza çok fena kapıldın gibi bir his var içimde ama seni şu halinde zorlamak istemiyorum.”
“Sus” dedi Karga tam da Wolfgang’in beklediği şekilde ters bir enerjiyle. Wolfgang gülümsedi kollarını bağladı ve arkasına yaslandı.
Sadece birkaç saniye sonra ayağa kalkan Jack “daha fazla bekleyemeyeceğim” dedi bıkkın bir şekilde. Kar hızlanmış, etraf iyice kararmıştı. Bu şekilde yolunu asla bulamayacağına emindi. Ne kadar beklemeleri gerektiğini bile söylemediği için kafasını ondan uzak tutamıyordu. Endişe tüm hücrelerini kemiriyordu.
“Ben biraz etrafı kolaçan edeceğim Wolf, sen de biraz Kristalleri soruştursana belki bilmediğim yeni şeyler öğrenirsin. Gün sonu yine burada buluşalım mı?”
Wolfgang onaylar şekilde başını sallamıştı. Ne derse desin kafasındakini yapacağı için derdini anlatmak istemiyordu. Aslında böyle anlarda kendi düşüncesinin de pek önemli olduğunu sanmıyordu. “Dikkatli ol.” dedi sadece iki delinin başına ne gelebileceğini düşünmek istemeyerek.
BÖLÜM 3: BÖYLE DETAYLAR…
Jack kapının dışına çıktı ve kendini ara sokağın karanlık gölgelerine iyice sakladı. Sonra yeniden gece siyahı ve mavi ışıltılarla dolu tüylerini rüzgara bırakırcasına seri bir şekilde kanatlarını çırptı ve gökyüzünün hakimi olarak o sokaktan uzaklaştı. Karga formunda onu bulmak daha kolay olurdu. Üstelik gerçekten de nereye kaybolabileceğini kestiremiyordu. Kanatlarını sakince tüm asaletiyle rüzgara karşı çırparken yükselmeye devam etti. Gökyüzünün ona verdiği rahatlıkla, bulutların sisleşmiş kalıntıları arasından süzüldü. İçinde oldukları kocaman şehri şimdi daha rahat görüyordu. Zihninde dönen şey “Fare nerdesin?” cümlesiydi. Şehri tepeden izlerken bir sürü fareyi görüyordu ama onun aradığı özel bir fareydi.
Şehri daireler çizerek dolanıyor ve her seferinde bir halka dışa genişleterek dolanıyodu. Sonunda şehre en yakın dağın yamacındaki kampın ışıklarını bulduğunda dikkat kesildi. Kokusunu alabiliyordu. Sesini duyabiliyordu. Tam olarak buradaydı. Üstelik bu kadar uzağa gelmiş olması Karga’nın onun hakkındaki şüphelerini haklı çıkarmıştı. Buraya nasıl geldiğini bile düşünmediğine emindi.
Onu daha yakından görmek için inişe geçmişti. Fakat onu tedirginliğine yeniden geri döndüren şey cübbeleriyle dışarıda ne yaptığını anlamadığı onlarca büyücünün oluşuydu. Hayvana dönüşmek bir büyüydü ama bu ve onlar farklıydı. İsterlerse tüylerini parça parça yolabileceklerini biliyordu. Bir an bunun düşüncesiyle silkelendi. Bu korkutan ortamın içinde nihayet Fare’yi gördüğünde hafifçe biraz daha alçaldı. Uzun gümüş rengi ve sarı karışımı saçları olan adamla konuşuyordu.
Hızla inip, aralarına pike atınca ikisi de dağılan konuşmalarıyla bir an için birer adım geriye gitmişlerdi. Sonra Karga yeniden geri dönüp rüzgarıyla Fare’nin saçlarını dağıtmıştı. “Bu…” söylenmek için yumruklarını sıkıp, sesini yükseltmişti ama son anda hatırladığı şeyle durdu. Sonra sakince “Jack?” diye sordu. Karga hala etraflarında yavaşça süzülüyordu. Fakat çok sürmeden Eden’in omzuna konmuştu. Fare bu defa tepki göstermedi. Kollarını bağladı ve yine kendi kendine bir şeyler fısıldayarak söylendi ama aslında çok rahatsız olmuş gibi görünmüyordu.
Eden’in karşısındaki adam içten bir şekilde gülümseyerek kargaya baktı. “Arkadaşın mı? Formunu değiştirecek kadar bize güvenmiyor sanırım?”
“Aslında genel huyu bu. Kimseye pek güvenmez. Yani biraz huysuzdur.”
“Pekala ona güvenebiliyor muyuz?”
Fare önce kaşlarını kaldırıp kargaya dönmüştü ama sonra onun huysuz kanat çırpışına karşılık “evet, evet, tabii” demişti.
“Şöyle ki,” diye söze başladı Jack’in hala saçlarının çok güvenilmez olduğunu düşündüğü adam. “Aslında bundan haberimiz yok ama duyduk. Bulaşıcı bir hastalığı büyü ile birleştirmişler ve bir salgın istiyorlar.”
Fare kollarını bağlarken, Karga’nın keyfi yerindeydi. Pençeleri omzuna geçmişti ve hiç rahatsız olduğu yoktu. Böyle detaylara takılıp duruyordu. Kanatlarını yeniden yerleştirmek için hareket etti. Fare’nin karşısındaki adamı dinleyen gözleri bir an için ona bakmıştı. Daha çok iyi olup olmadığını anlamak için dönmüştü. İyi olduğuna emin olduğunda yeniden dikkati karşısındaki büyücüdeydi. İşte tam böyle detaylara takılıyordu…
“Peki bu kısmı kim yaptı Castel? Bana bunları anlatman lazım.”
“Keşke anlatabilsem hayatım ama en fazla şu çıkarımı yapabiliyorum; kesinlikle bizimkilerden değil. Bu büyücüleri buraya parayla getirmiş olmalılar. Çünkü bu salgın işi tek bir büyücüyle olamaz ve eğer birden fazla kişi varsa, bizden olsalardı mutlaka bilirdik.”
Fare anlayışla başını sallarken iç çekti. Düşünceliydi ve ne yapacağını bilemiyordu.
“Teşekkürler Castel, yine seni bulmam gerekebilir, bir şey duyarsan sen de beni bilgilendir olur mu?”
Castel denen büyücü tek eliyle Fare’yi belinden çekti ve alnına öpücük bıraktı. Hareketten rahatsızlanan karga tek kanat çırpışla alçak da olsa havalandı.
“Merak etme. Dikkatli ol.”
Sonra ortadan kaybolmuştu ve kalabalığın arasına doğru ilerledi. Hava tamamen kararmış, kar ve soğuk insanı darmadağın ediyordu.
Nihayet düşüncelerinden sıyrılıp Karga’yı hatırlayan Eden karşısındaki ağaç dalına döndü. “Burada ne işin var senin?” dedi tüm aksiliğiyle. Jack havalandı ve bir anda yere ayak basarken kollarını bağladı. “Az önce çok kibardın Fare, daha iyi görünüyordun.”
Eden gözlerini kıstı ve Karga’ya bakmaya devam etti. “İşin uzun sürdü ve hava karardı. Haritan kötü. Kaybolma diye seni aramaya çıktım. Bu kadar.”
“Neyse duydun. Büyücülerden laf almak istiyordum. Pazarda Castel’i görünce aklıma onunla konuşmak gelmişti. Buraya geldik.”
Karga başını salladı ve kısa bir sessizlikten sonra “o zaman dönelim. Öğreneceğini, öğrendin.”
Fare başını sağa sola sallarken “ben dönüşemiyorum sivri zeka, yorgunluktan ölürüm, ayrıca çok üşüdüm, burada çadırlardan birini ayarlarım. Uyuyalım biraz, sonra çıkarız.”
Fare çadırların olduğu yere doğru giderken önce arkasına bakmamıştı. Sonra dönüp “yani tabii buraya güvenmiyorsan sen dönebilirsin. Ben gelirim sabah Han’a” demişti.
Tam olarak Karga’nın içinden gelen bu teklifi kabul etmekti çünkü bu kadar büyücü ona tedirgin hissettiriyordu ama onu bırakmak istemediğine de emindi. Eğer bırakıp dönerse, tüm gece boyunca uyuyamayacaktı. İç çekti. “Bu büyülü kürelerden uzak bir çadır bul lütfen” dedi. Fare, Jack’in biraz önünde ilerliyordu ve söylediği şeye insanın içine işleyen tatlı bir sesle gülmüştü. Jack başını sağa sola salladı. Bu konularda kendine gelmesi gerekiyordu. Biri ona büyü yaptı diye düşünmeye başlayacaktı çünkü tüm böyle detaylar, bu küçük şeyler… onu delirtmek üzereydi. Kollarını, tenini titreştiren bu hareketlerinden bunalmaya başlamıştı.
“Ne o, büyücülere yeni bir isim mi taktın az önce sen? Peki ben ne oluyorum tam olarak tüylü kuzgun?”
Jack dudaklarını geren çarpık gülümsemeyle ellerini ceketinin ceplerine soktu. “Karga. Öncelikle ben bir kargayım. Kuzgunlar sinir bozucudur.”
Fare bir anda durunca, Karga da ona çarpmamak için geriye adım atmıştı. “Sen sinir bozucu olmadığını mı düşünüyorsun?” Gözlerini kısmış, ona dik dik bakıyordu. Karga omuzlarını silkti. “Bence değilim. En azından kuzgunlar daha sinir bozucudur. Düşün. Şanslısın ki bir kargayım.”
“Saçmalık” Fare onun söylediğinden tatmin olmamış bir şekilde dönüp yeniden yürümeye başlamıştı. Karga yeniden gülümsedi. “Ayrıca büyücülere, büyü küresi demenin neresi yanlış?”
“Küre olmayı reddediyorum da ondan.”
“Ama onlar küre, sen benim küremsin. Arada fark var.”
Fare yeniden dönmüştü. Kollarını bağladı ve ağırlığını bir bacağının üzerine verdi. Yüz ifadesinden ne anlaması gerektiğini bilmiyordu ama gördüğü şey kesinlikle sinirli, asabi bir surat değildi. Ya da onu yargılar şekilde de bakmıyordu. Sadece anlamaya çalışıyordu. Eğer elinde bir şans olsaydı şu an etrafında dönen soru işaretlerini takip etmeyi talep ederdi. Hatta bu ifadeyi eğer biraz zorlarsa “sıcak ve samimi” kategorisine sokabilirdi. Yine de söylediği neyin buna neden olduğunu pek anlamamıştı. “Ne?” dedi sakince.
“Hiç,” dedi bir süre daha ona bakarak. Sonra dönerken “hadi uzakta kalma, büyü kürelerinin arasında kaybolmanı istemem” diye söylendi. Jack istemsizce yeniden gülümsemişti. En azından küre konusu kapanmıştı.
BÖLÜM 4: CASTEL
Jack çadırın içinin düşündüğünden daha sıcak olmasına sevinmişti. Büyünün işe yarayan noktalarının kullanılmasını her zaman seviyordu. Sadece bunu yapanlarla çok yakın olmaktan hoşlanmazdı. Yani Fare hariç… düşününce o da ilk tanıştıklarında onu boğmaya çalışmıştı. Sanırım ona da zaman zaman mesafeli olması gerekiyordu.
Fare askılı kıyafeti ve pantolonuyla geziyor, üzerindekileri kurutup ısıtmak için onları çadırın içindeki sıcak köşelere koyuyordu. Aynı şeyi Karga’nın zorla üzerinden çıkardığı ceketi ve gömleği için de yapmıştı. Yine söyleniyordu. Çadıra yerleştikleri tüm süre boyunca söylenmiş ama aynı zamanda her zamanki gibi onunla ilgilenmeyi doğal bir şekilde sürdürmüştü. Onu böyle anlarda izlemeyi çok seviyordu. Bu da sinirini bozan şeylerden biriydi çünkü zaman geçtikçe ona alışıyordu ve alıştığı süre boyunca onu sinir eden tüm huylarından hoşlanmaya başlamıştı.
“Biraz uyumama izin ver olur mu, sonra söz veriyorum Wolf’a döneceğiz.”
Birden bire battaniyeye sarılıp yatarken konuşmuştu. Karga onu seyrederken “ben bir şey mi dedim? İstediğin kadar uyu, acelemiz yok. Sabah buluşacağız zaten.”
Fare gözlerini kapamıştı ama Karga’nın cevabına gülümsedi. “Bazen aşırı tatlı oluyorsun ama bunlar o kadar az ki aklımda kalmıyor.”
Karga gülümserken biraz ilerleyip, hemen yanına oturdu. “İyi bir şey mi söyledin, kötü bir şey mi bilemedim.”
“İkisi de değil. Hadi sen de biraz uyu. Burada güvendeyiz, koruma yaptım etrafa, sıkıntı çıkmaz.”
“Korktuğumu düşünüyorsun sürekli ama korktuğum için değil, güvenmediğim için tedirgin oluyorum. Merak etme ben de uyurum birkaç saat.”
“Güzel.” Fare’nin sesi tamamen kesildiğinde Karga da onun saçlarını düzeltti ve üzerindeki battaniyeyi daha sıkı örtüp, biraz aralıkla yanına uzandı. Kolunu başının altına alıp çadırın girintili çıkıntılı tepesine dikti gözlerini. Tüm bu salgın, büyücüler, yeni yasa, yeni Prens derken işler çok karışmıştı ve aslında hala zihninde yekpare bir plan oluşturamamıştı. Gözlerini kaparken bu planlar için de kendini zorladı. Birkaç ipucu olduğuna inandığı anda o da kendini uykuya bıraktı. Kar yağışının ortasında, dağın yamacında, büyücülerin dibinde, sıcacık bir kadınla kendini yorgunluğuna teslim etti.
***
Karga bu kadar derin uyuyabileceğini düşünmeden dalmıştı ve gözlerini elinin üzerine konan elle açmıştı. Fare’nin yüzüne karşılık dönmüştü ve onun eli şu an uyurken savrulmuş, yakınına gelmiş elinin üzerindeydi. Bu, ilk an insanı iyi hissettiren bir sahne olabilirdi. İçini ısıtan ve hatta biraz alevlendiren. Ama değildi. Çünkü Karga’nın mahmurluğu, Fare’nin gözlerinden süzülen yaşlara ve damarlarını dolaşan kristal ışığa karşılık çok hızlı bir şekilde kaybolmuştu.
“Eden! Neyin var?” Fare tepki veremiyordu. Ama onu daha önce hiç bu kadar tedirgin, korkmuş ve endişeli görmediğine emindi. Bir an için onu sakinleştirmek ister gibi gülümsemek istemişti. Buna gücü yetmedi.
Sabah güneşine daha çok vardı ve onlar sadece birkaç saattir uyuyabilmişti. Fare yutkundu. Sonra toplayabildiği tüm nefesiyle “Castel” dedi. “Castel’i bul, durdur onu.”
Jack önce yavaşça Fare’nin gözlerinden süzülen yaşları sildi ve üzerini yeniden örttü. “Bunu halledeceğim, dayan, benim için.”
Jack ruhunda birikmiş bütün öfkesiyle çadırdan dışarı adımını attı. Kar, tipiye dönmüştü ve rüzgar çok sertti. Yine de kurusun diye bıraktığı gömleğini ya da ceketini aklına getirmemişti bile. Yanına tek aldığı şey hançeriydi.
Çadırdan dışarı adım attığı an mürekkep rengi tüylerine bürünmüştü. Neyse ki kargalar tipide ya da sert hava şartlarında kolay kolay savrulmazdı. Kanatlarındaki güç, akılalmazdı. Çadırların üzerinden hızla uçarak Castel’in nefes sesini arıyordu. Metrelerce yukarıdan birinin nefes sesini duyabilirdi. Tek gereken o nefesi ve ritmini bilmesiydi. Tıpkı buraya gelirken ve Fare’yi bulmaya çalışırken, onu bulduğu gibi. Yakınına geldiğinde bulmasını engelleyecek şey, tanıdıklık hissinin olmamasıydı. Fakat Castel’le zaten tanışmıştı. Çok değil, birkaç saat önce onun nefes ritmini hafızasına kazımıştı. Ona güvenmediği için bunu daha dikkatli yapmıştı.
Tüm çadırların üzerinden geçerken, onların oluşturduğu halkaların tam orta noktasında yeşille kamufle olmuş olan çadırı görebiliyordu. Nefesini ve keskin kalp atışlarını algılayabiliyordu. Bu yüzden onun uyumadığından emin olmuştu. Bu yüzden onun büyü kullanıyor olduğundan da emin olmuştu. Çadırın içine sert bir manevrayla girerken Castel onun çıkardığı sese dönmüştü. Ancak onu göremeden Karga çadırın içinde yükselmiş, kanat çırpmadan süzülmüştü.
Tam da tahmin ettiği gibi önünde bir taş vardı. Bu taş kehribar taşıydı ve insanlara büyü ile bağlanmaları ile ünlüydü. Kehribar taşları çok nadir bulunurdu. Çünkü güçlü büyü taşlarıydı ve birine bağlı kılındıklarında ona istenilen her şeyi yapmak mümkündü. Tıpkı Karga’nın şu an tahmin ettiği gibi muhtemelen Castel’in Fare’ye yaptığı da buydu. Ama kristallenmeye başlayan damarları görmesi durumu biraz daha sıkıntılı duruma sokmuştu. Demek ki pazarda çıkan olayda Castel’in onlara sattığı yalanlardan fazlası vardı. Paralı büyüler yoktu. Her şeyi buradaki kabile planlamıştı. Belki de paralı olan bunlardı.
Karga düşünceleri içinde kaybolmadan Castel’i etkisiz hale getirmek zorundaydı ve dikkatinin dağılmasına izin vermeden sonunda tam arkasına formunu değiştirerek iniş yaptı. Yere ayağanı bastığı anda hançeri elindeydi. Castel ona dönmeyi başaramadan adamı saçından kavrayıp başını geriye çekti ve tek bir hareketle boğazını kesti. Yüzüne sıçrayan kanla gözlerini kırpmıştı ama Castel’in bedeni yere düşerken kehribar taşına hançerinin kabzasıyla vurup kırdı. Bunun Fare’yi özgür bıraktığını umuyordu. Parçalardan birini ne olur ne olmaz diye cebine atarken kendi kendine “işte bu yüzden yeni tanıştığın büyücülerin önünde gerçek formunu göstermezsin büyü küresi” diye söylenirken yeniden karga formuna döndü ve çadırdan tüm hızıyla çıktı. Eden’in yanına o kadar hızlı gelmişti ki çadıra girmeden yeniden diğer formundaydı.
İçeri telaşla girerken onun kendine geldiğini ve kristalleşen damarlarından iz kalmadığını fark edince derin bir nefes aldı. Üzerini giyinmişti ve o çadırdan girer girmez üzerine kendi gömleğini ve ceketini fırlattı. “Çabuk giyin Karga hemen buradan çıkmamız lazım.”
“Konuya benden daha etkili girişlerin var Fare.” Karga üzerini giydi ve çadırlardan çıkmaya başlayan büyücüleri göz ucuyla görünce “çabuk olmamız lazım, geliyorlar” dedi. Düşünüyordu. Dönüşemeyen birini nasıl taşıyabilirdi? Bir insan onun karga formu için fazla ağırdı. Bunu yapamıyordu. Pençeleri bunun için çok zayıf kalıyordu. Belki başka bir yolu olsaydı…
“Fare, kehribar taşı kullanabiliyor musun?”
“Bütün büyücüler biraz güçle kullanır Karga.” Fare’nin gözü endişeyle onlara doğru koşturan büyücülere kaymıştı. “Ama sanırım şimdi sırası değil, hadi tüylü kuyruk, çıkalım buradan.” Tam hereket etmek üzereyken Karga hızla onu bileğinden yakalayıp yanına çekti yeniden. “Bir dur yerinde be kadın! Bir şey anlatmaya çalışıyorum. Buradan böyle çıkamayız. 50’den fazla büyücü var burada. Seni de taşıyabileceğim bir çözüm bulmaya çalışıyorum.”
Fare çadırdan dışarı bakıp yeniden Karga’nın yakınında gözlerini ona kaldırmışken düşündüğü şeyi anlatmasını bekliyordu. Jack cebinden minik bir parça kehribar taşı çıkardı. Bunu kullanabilir misin mesela?
Fare hızla elinden taşı kaptı ve üzerine eğilerek incelemeye başladı. Çok küçük bir parçaydı ama bu bile onun gözünü döndürmeye yetmişti. Saçları önüne düşmüştü ve sanki taşın üzerinde yok olmaya çalışıyor gibiydi. Karga onun saçlarını arkaya doğru atarken “bu taş Castel’in sana kullandığı yani hala sana bağlı. Kendini bir forma sokabilsen de seni taşıyabilsem diyordum, eğer taşa karşı tutkun geçtiyse.”
Fare gülümsedi. “Özür dilerim, haklısın.”
Taşı avuçlarının içinde uzattı. “Ama kendime bağlı olan taşı, kendi kendime kullanamam. Bu yüzden sana gücü ben vereceğim, formu düşünüp, zihnini yönlendirme işi sende.”
“Hmm,” Karga tek kaşını kaldırmış onun hazır oluşuna karşı bakıyordu. Gerçekten bu dediği yapılabilir mi emin olamamıştı. Yine de başka bir şansları yoktu ve denemeleri gerekiyordu. “Bu seni düşündüğüm herhangi bir forma sokabileceğim anlamına mı geliyor?”
Fare başını salladı heyecanla. “Rica ediyorum, popo falan düşünme” taşı uzatırken konuşmuştu. Karga yüzünü buruşturdu. “Neden bunu düşüneyim ki, neyse pekala, hadi başlayalım.”
Sonunda Fare’nin etrafında oluşan sarı beyaz auranın içinde bulmuştu kendini. Düşüncelerinde ona dair çok net imgeler vardı. Fakat bu imgeler içinde ilk günden beri onu tanımladığını düşündüğü tek bir şey çok baskındı: FARE.
Bir kaç saniye sonra taşla beraber yere doğru alçalan bedeni beyaz, pembe burunlu ve yuvarlak kulaklı güzel bir fareye dönüşmüştü. Karga formunu değiştirmeden gülümsedi. “İşte, bu halin dayanılmayacak kadar sevimli oldu.”
Sonra Karga da formunu değiştirdi ve tek pençesine kehribar taşını, tek pençesine de fareyi alıp havalandı. Bunu hızlıca yapmıştı ve çadırdan o kadar süratli havalanmıştı ki diğerlerinin onları fark etmesi, fark etseler bile yakalamaları imkansızdı.
Fare tüm huysuzluğuyla pençesinde kıpırdanmaya çalışıyordu. Jack onun bu kadar dayanılmaz sevimli bir formda bile huysuz olabileceğini o an fark etmişti. Ona hafifçe eğdiği başının yardımıyla kısa bir bakış attı. Ona bu kadar hareket etmemesi gerektiğini söylüyor gibiydi. Ama ne yaparsa yapsın kendi pençeleri o kadar sıkıydı ki, kendini oradan kurtarması mümkün olmazdı.
BÖLÜM 5: KRİSTAL BİNASI
“Bir fare mi? Pençelerin yüzünden canım yandı aptal çocuk!” Eden sertçe Karga’nın omzuna vurduğunda Jack hala gülüyordu. “Canım yandı, yavaş” derken de gülmeye devam ediyordu.
“Gülme artık!” diye söylendi Fare. “Gülme yoksa seni büyüyle boğarım.”
“Ah evet biliyorum, yaparsın. Tercih etmem sadece.”
Fare kollarını bağlarken huysuz bakışları onun üzerinde gezindi. Fakat sonra o da dayanamayarak önce hafif bir dudak hareketi ve sona geniş bir gülümsemeyle kahkaha attı.
“Ayrıca” Jack ona bir kaç adım attı ve gözlerinin önüne düşen saçları kulaklarının arkasına yerleştirdi. “Çok sevimli bir fareydin, burnun pembeydi. Bu detaylarımı takdir etmen gerekir.” Eden bir an için dokunuşuyla irkilmiş, kan akışı durmaya yaklaşmıştı. Bir adım geriye attı “benimle flört etmeyi kes, Wolf’u bulmamız lazım.” Jack yeniden gülümsedi. Bu şekilde davranmasını izlemek de onu çok eğlendiriyordu.
“Wolf’u bulmamız gerekmiyor. O buraya gelecek.”
Her şeyin başladığı pazarın dibindeki o handaydılar yine. Sadece bu defa temizlenmek ve kendilerine gelmek için oda tutmuşlardı ve Wolfgang’i bekliyorlardı. “Burada bekle, yiyecek bir şeyler getireceğim. Sürpriz istemiyorum. Kafana göre bir yerlere gitme yine.”
Jack söylenip çıktığında Fare de kapının ardından bakarken kendini yatağa bıraktı.
Bu adam kafasını darmadağın yapmıştı. Ona o kadar çok alışmıştı ki, yanında olmadığında bir parçasını ormana bırakmış gibi hissetmeye başlamıştı. Handan çıkıp koşmaya başladığında ve ondan uzaklaştığında, dağın yamacına vardığında ve yalnız olduğunu düşündüğünde de aynen böyle düşünmüştü. Üstelik o an kargayı gördüğüne o kadar sevineceğini bile bilmiyordu. Ayrıca düşününce pembe burun…. Hiç önemsiz bir detay sayılmazdı. Kendi kendine gülümsedi. Sonra ona birkaç adım yaklaşmasını, karga formundan, Jack haline dönerken etrafında dönen mürekkep rengi tüyleri, gözlerindeki keskin nefes alan ifadeyi ve dokunuşundaki soğuklukla, zarifliği düşündü. Tüylerinin diken diken olduğuna yemin edebilirdi. Bu yüzden ayaklarını yatağa vurdu ve “kes şunu” diye kızdı kendi kendine.
On dakika sonra önce hafifçe tıklatılan kapı açıldı. Jack içeri yine paketlerle girmişti ve birini Fare’ye fırlattı. “Bir gün içinde otuz kere karga oldum neredeyse. Bunları yemezsem bir yerde bayılacağım.” O da kendisini diğer yatağa bıraktı ve sırtını yatağın başlığına yaslayarak elindekini yemeye başladı. Fare henüz paketini açmamıştı ama uzandığı yerden gözlerini Karga’ya çevirdi. “Dönüşmek acıktırıyor mu?” diye sordu. Sesindeki saf merak Jack’in başını sallayarak cevap verip bir yandan da çiğnemeye devam etmesini engellememişti. “Beni bulduğun, Castel’den kehribar taşımı aldığın ve bir fareye dönüştürsen de onca yolu pençende getirdiğin için teşekkür ederim tüylü kuyruk.”
Jack yeni bir lokma daha ısıracakken durdu. Kaşları kalkmış ve keskin gözleri onun gözlerine odaklanmıştı. Sanki dünyanın en imkansız haberini duymuş gibi bakıyor ve Fare’yi anlamaya çalışıyordu. Aslında tüm bunlardan farklı sarkastik bir cevap vermekle, onunla uğraşmak arasında gidip gelmişti. Fakat onun gözlerindeki gerçek ifade tüm bunları yapmasını engellemişti.
“Benim için zevkti minik Fare, önemi yok.”
“O Castel beni uykumda yakaladı. Kalbimde spam oldu sandım.”
Karga çiğnediğini yutamadan birkaç kere öksürdü, Fare’nin kaşlarının çatılmasını da izlemişti. “Ne, komik mi?” dedi tersleyerek. Karga başını arkaya yasladı, lokmasını yuttu ve kapattığı gözlerini açıp ona aydınlık bir gülümsemeyle baktı. “Kalbinde ne oldu?” diye sordu.
“Spam!” diye bağırdı Fare. Sanki çok komik bir şey söylemiş de onunla alay ediliyormuş hissinin tepkisi gibiydi. “Bu kelimelerle alıp veremediğin ne senin anlamıyorum.”
“Ne? Ne? Delirtme beni Karga!”
“Spazm.”
“Of her neyse, her anı mahvetmekte üzerine yok.” Sonra Karga’nın taklidini yapmak istercesine sesini kalınlaştırıp, yatakta diğer tarafa dönmüştü. “Spazm! Çok bilmiş.”
Karga hala gülüyordu ve biliyordu ki tepkisini daha da sevimli bulduğu için söyleyeceği ya da yapacağı hiçbir şey onu sinir etmeye yetmeyecekti.
Sadece birkaç dakika sonra kapı çaldığında artık Wolfgang’in geldiğini biliyorlardı. En azından artık karınları toktu ve sessizlik iyi gelmişti.
“Güzel ikiniz de tek parçasınız. Eğer yeterince dinlendiyseniz Kristal Binası’na gitmemiz lazım çünkü siz yokken birkaç görüşme yaptım ve konuşmamız gereken kişiler var.”
“Bu tuhaf büyük işlere nasıl giriyoruz sürekli anlamıyorum. Saraydan hoşlanmıyorum dedikçe, sürekli sarayda işimiz oluyor.”
Karga yerinden kalkmış ve ceketini giymişti bile. Başlarına neler gelirdi bilmiyordu ama en azından arada bir hayatına dair amaçlar bulması fena bir şey sayılmazdı.
***
Kristal Binası etrafında geniş ve kocaman camlarıyla bolca ışık alan bir taş yapıydı. İki katı vardı ve aslında Kristaller burayı bir nevi karargah gibi kullanıyordu. Talimlerini burada yapıyorlardı. Her birinin odası buradaydı ve kendi dünyalarını burada kuruyorlardı. Saraya çok yakın sayılmazdı. Yani aslında kendilerine özel bir alanları da var sayılırdı. Birlikte yemek yiyorlar, toplantılarını burada yapıyorlardı. Hem sıkıcı hem de aslında işlerine gelen bir düzendi.
Burası aynı zamanda Wolfgang’in de dünyası, evi olduğu için rahatça içeri girmişlerdi. Koridorda yürürken, sessizlik içinde hepsinin ayak seslerinin yankısı mermerleri aşındırıyordu. Duvarlardaki mermerlerde altın rengi likitler ince çizgiler çiziyordu. Bir düzenleri yoktu ama bu düzensizlikte kusursuz görünüyorlardı.
“Kiminle görüşeceğiz demiştin?” diye sordu Karga dikkatle duvarları incelerken. Aslında daha çok cevabını nasılsa öğreneceğini bildiği, şu anki sessizlikten sıkılmış olduğu için ciddi olmadığı bir soruydu. Yine de Wolfgang’in sessiz kalışına istinaden yan gözle ona baktı. “Wolf?” dedi onu duyup duymadığından emin olmaya çalışan bir ısrarla. Bu, Fare’yi de meraklandırmıştı. Wolfgang de yan gözle Karga’ya baktı. Bu sefer Jack’in gözlerini şüpheyle kısması işten bile sayılmazdı. “Ne oluyor? Çıkar ağzından baklayı.”
“O söz öyle miydi ya?” diye söylendi Fare, gerçekten de emin olmaya çalışır gibi birkaç kez kendi kendine tekrar ederken. Buna da kimse cevap vermedi çünkü Jack hala Wolfgang’e şüpheyle bakmaya devam ediyordu. Bu ısrarlı bakışlara karşılık ondan sakin ve neredeyse sessiz bir isim çıktı. Karga durdu. “Düzgün söyle. Kim? Sinirlenmeye başlıyorum.”
“Monica.”
Karga gözlerini kapayarak elini alnına vurdu. “Bunu bana, buraya gelmeden önce söyleyemez miydin acaba?”
“Kim diye sormadın Jack.”
“Ne, Monica kim?” diye sordu şüpheyle Fare. Jack’in iç çekişi de bu sorusunu daha büyük bir merakla sormasına sebep olmuştu. “Peki Wolf,” Jack, Fare’ye cevap vermemişti çünkü Wolfgang ile daha önemli bir konuşması var gibiydi. “Bu konuşmanın iyi geçeceğini nasıl düşünüyorsun kardeşim?”
“Onunla konuştum, sıkıntı çıkmayacağına söz verdi.”
Karga derin bir iç çekti ve önden ilerlemeye başladı. Nereye gittiğinden pek emin değildi ama biraz kendi başına kalmak istediği ortadaydı.
Fare Wolfgang’e baktı. “Ne oluyor?”
Onlar da sakince Karga’nın arkasından yürürken Wolfgang omuz silkti. “Monica, Kristal olmadan önce 2 sene beraberlerdi. İlişkileri çok iyi bitti sayılmaz.”
Fare de “hmmm” diyebilmişti sadece çünkü ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. İstemsizce daha hiç tanışmadığı kadına karşı kötü düşünceler beslemeye başlamıştı ama bunun saçmalık olduğunu bildiği için de Jack’in kızgınlığını anlamaya çalışıyordu. “Jack’in kız arkadaşı mı vardı?” dedi sanki dünyanın en imkansız şeyinden bahsediyor gibi.
Wolfgang gülümsedi. “Birçok kız arkadaşı vardı, farkındaysan adam bir hayli yaşadı. Buna niye şaşırıyorsun ki?”
“Çok huysuz, onunla nasıl geçinirsin ki?”
“Çok tatlı olabildiğine de eminim Eden. Arkadaşıma bu kadar yüklenme.”
“Aman,” dedi suratını buruşturarak. Wolfgang konuşmanın bitmesiyle onları Jack’in yanına getirecek kadar hızlandı. Bir şekilde bunu kabullenecekti çünkü bu iş bir hayli önemliydi. Şimdiye kadar bu tip işlerin sorumluluğunu her zaman sahiplenmişti. Şimdi de değişeceğini sanmıyordu.
***
“Jack, her geçen sene daha yakışıklı olmayı başarman biraz adaletsiz. Seni görmek güzel.”
Monica simsiyah ve upuzun saçlarını savurarak girmişti salona. Üzerinde talim kıyafetleri vardı ve simsiyah rengin içinde beyaz teni gerçekten de bir kristal gibi parlıyordu. “Geçen zaman sana da çok kötü davranmıyor.” Jack gözlerini etrafta gezdirerek konuşmuştu. Fare bir an için buna gülümsemeden edemedi. Gözlerinin içine bakmıyordu. Bu en azından o an için onu sakinleştirmişti. Nedenini anlamadığı bir şekilde bu sakinliğe ihtiyacı olduğunu fark etti.
Monica elini Fare’ye uzatıp “merhaba hoşgeldin” dedi. Onda sinir bozucu bir kusursuzluk vardı. Yine de Fare kendine hakim olarak onun elini sıktı ve “Eden” dedi.
Wolfgang sanki aralarındaki iletişim karışmadan işi hemen çözmek ister gibi ortadaki sandalyeye oturdu. “Pekala hızlıca bu konuşmayı yapalım. Hastalananlar ve bu yüzden ölenlerin sayısı da artmış durumda.”
“Hiç eğlenmesini bilmiyorsun Wolfgang.” Monica onun yanağına bir öpücük bırakıp oturunca, Fare’nin gözleri kısılmıştı. Wolfgang’i öpmüş müydü? Üstelik buna kimse de tepki göstermemişti. Sonuçta yorum yapmak ona düşmezdi bu yüzden sessiz kaldı.
Monica da masaya oturup ellerini masanın üstünde birleştirince Fare’ye döndü. “Büyücümüz sensin sanırım. Şu ana kadar neler öğrenebildin? En azından var mı işe yarar bir bilgin?”
“Bilmem hiç yaşlanmamış olan Jack’e sorabiliriz. İşe yarar bilgimiz var mı tüylü kuyruk?”
Karga bir an için çok küçük bir dudak hareketiyle gülümsemesini durdurduğunu açık etti. Onun Monica’yı iğnelemesi eğlenceliydi. Monica çok güçlü ve güzel bir kadındı. Onun aurası bütün karargahı dolduracak kadar kuvvetliydi. Kristaller arasındaki tek kadın oydu. Sadece böyle olması bile onun buradaki gücünü etkili kılıyordu. Ama Fare… keskin zekalıydı, muhteşem hafızası ve mizah yeteneği vardı. Bunların üzerinde tüm tatlı ve sakar havasının altındaki bu büyücü kadın, herkesi bir parmak hareketiyle dümdüz edebilirdi. Sadece bu gücün üzerine hakimiyet kurması bile kendi başına eşsizdi. Monica kurnazdı ama Fare zekiydi. Bu ikisi arasındaki savaşı tarih boyunca kurnazlığın kazandığı görülmemişti.
“Yani,” Karga elindeki hançerle oynuyor ve parmakları arasında döndürüyordu. Aslında Monica’yla göz teması kurmamak için özellikle çaba harcadığı ortadaydı.
“Dağ yamacındaki çadır şehri büyücülerinin bu işin içinde olduğuna emin gibiyiz. Kehribar taşı kullanıyorlar ve sanırım yarım gün önce etkili büyücülerinden birini öldürmüş olabiliriz. Bu kadarı yeterli mi?”
“Bu benim işime yaramıyor. Eğer bunu toplantıda söylersem, büyücülere karşı çıkan yasayı daha çok destekleyen çıkar.”
“Çok özür dileyerek,” Fare bir an için gerçekten sesinin ciddi mi yoksa sarkastik mi olduğunu belli etmeden dikkatleri toplamıştı. “Bu gerçeği şu an öğrendiğine göre senin buradaki kararın neden değişmiyor? Yani büyücü değilsin? Eminim çok fazla büyücü tanıdığın da yoktur. Ya da var mı?”
Monica onu dikkatlice dinledi. Sonra bakışlarını cevabından emin olmak için masaya çevirdi ve yeniden gözleri Fare’ye kalktığında ciddiydi.
“Bence kimsenin çok yakından tanıması gerekmez Eden. Yani insan, insandır. Ben bu şehri ve içinde yaşayan insanları korumak için yemin ettim. Tıpkı Wolfgang gibi. Onun tüm büyücülere karşı olan tepkisi bile bunu kabullenmesini sağlamadı. Onun gibi, benim gibi insanlar da Kristaller’in içinde var.”
Fare yine de tam olarak inanmıyordu. Wolfgang’e bile aslında zihninde gerçekten inanmıyordu. Bunu Karga ile bile paylaşmamış olsa da, onların Prens’e rağmen zamanı geldiğinde büyücüleri savunması çok saçma geliyordu.
“Ve…” cevabının Fare’yi yine de tatmin etmediğini düşündüğü için açıklamasına ekleme yapacakken kapı açıldı. Eden dikkati dağıldığı için kapıya dönmüştü ama içeriye giren adamı gördüğünde, bakışları sabit kaldı. “Fenrir?”
Fare’nin sesi o kadar şaşkın çıkmıştı ki, nihayet Karga da gözlerini kapıya çevirmişti. Sarı saçları kısa kesilmişti. Adamın gözlerindeki yeşillik, soğuk bir beyaz gibi görünüyordu. Sakallarındaki kızıllıklar, sarılığın arasında kayboluyordu. Uzun boyluydu ve siyah uzun ceketiyle az sonra baloya katılacak şıklığıyla girmişti.
“İyi insan lafın üzerine gelirmiş.” Monica yüzünü ışıldatan bir gülümsemeyle bakmıştı adama.
Fare “kimse ona böyle gülümsemez” diye geçirdi aklından. Ama tam da bunu unutturacak şekilde Fenrir, Monica’nın başının üzerine şevkatli bir öpücük bıraktı ve Wolfgang ile ortalarındaki yere oturdu. “Büyücü tanıdığım var kısmını da anlatacaktım ama bana gerek kalmadı.”
Karga’nın gözleri Wolfgang’i bulmuştu. Ona, bu detayları neden paylaşmadığına dair sorgu çekmek istiyordu ama onun mavi gözlerindeki ifade de, aslında onun da bundan haberinin olmadığını kanıtlıyordu.
“İyi insan olma ihtimalim çok düşük ama konu neydi?” cümlelerindeki aksan baskın “r” harflerine neden oluyordu ama bu aslında tuhaf bir şekilde çekici sayılabilirdi.
“Konu dağ cephesindeki çadır şehrin büyücülerinin bu işin içinde olmasıydı.”
“Evet, doğru. Aslında bu konuyla ilgili gelmeden biraz soruşturdum. “Sizin oradan çıkmanız normalde pek mümkün olmazdı, bunun üzerine düşünmüş olmalısın.” Fenrir, Fare’ye aslında alaycı bir tavırla sormuştu. Buna cevap veren Karga oldu. “Düşünmüş olmasına gerek yok, oradaydı zaten. Sen hangisi hakkında düşünmüştün gelmeden önce? Seni orada gördüğümü hatırlamıyorum.”
Karga’nın sesindeki sert ton, Fare’nin uzun zamandır denk gelmediği bir tondu. Ona baktı yan gözle. Karga, Fenrir’in tüm dikkatini Fare’den kendisine çekmişti. “Castel’in suçu. Onu takip eden birkaç kişilik grubun bir de.”
“İsmin neydi yakalayamadım ama oradan çıkarken bizi kovalayanlar bana birkaç kişi gibi gelmiyordu büyücü. O yüzden dürüst olalım. Çadır şehrinin tüm büyücüleri bu yasaya karşı direniş olarak bunu kurgulamış olabilir diye düşünüp, bu ihtimale göre plan yapmak daha mantıklı olur. Diğer türlü sürpriz olur. İstemezsin boşlukta, kehribar taşlarıyla yakalanmayı.”
Fenrir cevap verecekken araya Monica girdi. Aslında tam da Karga’yı tanıyan biri olarak ortamın gerilmesini engellemek için yapmış gibi görünüyordu. “Haklısın” dedi ortamı sessizleştirerek. “En kötü ihtimale göre plan yapmak iyi.” Wolfgang de Monica’ya yardımcı oldu. “Ayrıca on büyücü ya da elli büyücü olmasının önemi olmaz gibi. Bu iş büyücülerin işi olarak öğrenildiği an ki oldukça yakındır, bu yasayı desteklemeye yakın olanlar, destekleyecekler.”
Fenrir ve Jack birbirlerine bakmayı bırakmamışlardı. İşin garibi Fare böyle bir anda gerginlikten gözlerini kaçırabileceğine emindi. Karga böyle biri değildi. Gerginlik onu yıldırmıyordu ve Karga’nın formunu değiştirip, onun gözlerini oymak istediğine de emindi.
Jack bir anda ayağa kalktı. “Monica sana verecek fazla bir şeyimiz yok, bunu konuşmanın da bir anlamı olacağına inanmıyorum. Zaten birkaç saate Kristaller’in hepsi bu olayı öğrenip, kendisine göre yorumlayacak. Burada boşuna zaman kaybetmeyelim.”
Aslında herkes bir şey söylemek üzere hareketlenmişti ama Karga çoktan salondan çıkmıştı. İçerdekiler birbirlerine bakınırken, Wolfgang “sen bakar mısın?” diye sordu Fare’ye. Eden ikiletmedi. Yerinden kalkıp, konuşmanın geri kalanını içeridekilere bıraktı. Hızlı adımlarla kapıdan çıktığında, Jack’i tam da kargaya dönüşmeden önce yakalamıştı. “Dur! Sakın!” diye seslendi. Neyse ki Jack onu duymuştu ve ona dönüp, durdu. Fare sonunda onun yanına vardığında başını eğip gözlerinin içine baktı.
“Çok sinirlendin” dedi tatlı bi sesle. Karga onun gözlerinden bakışlarını çekmemiş ve hareketlerini takip etmişti. Bir süre sessiz kaldı ama sonunda “sana değil” demişti.
Fare, Jack’in koluna girdi. “Bu saçma mekandan çıkalım, bana yemek ısmarla tüylü kuyruk.” Karga onu uğraştırmadan yürümeye başlamıştı bile. Tek bildiği uzun zamandır onu yüksek tansiyonlu anlarında sakinleştirebilen tek bir kişiye sahipti. O da pembe burunlu bir fare olarak pençelerindeyken bile bunu başarmıştı. Konuşmadı ama sakinleşmişti. Sessiz kalma konusunda da iyi olduğu zamanlar ona daha yakın hissediyordu. Sessizlik çoğu insana rahatsızlık verici olabilirdi. Sadece birbirine ruhu tutunan insanlar sessizliğin kıymetini bilirdi. Karga, Fare’yle bunu her zaman hissediyordu.
BÖLÜM 6: LUCIAN
“Bu adamların hepsini tek tek bulamayız. Tüm Kristaller’in mıy mıy rutinleriyle de uğraşamayız. Bizim direkt krala ulaşmamız lazım Fare.”
Fare bu kadar acıkmış olmasını toplantıdaki gerginlikten olduğunu düşünüyordu. O kadar yemeğine odaklanmıştı ki, Jack’in burnuna hafifçe dokunup, sosu silmesine irkilmemişti bile. Karga kollarını bağladı ve arkasına yaslanarak onu seyretti. Koca bir tabak köfte güveç söylemişti ve o kadar iştahlı yiyordu ki bu kadar minik bir kadının, bu kadar şeyi yiyebiliyor olması, görünmese inandırıcı olmazdı.
Jack gülümsedi. “Gerçekten acıkmış olduğunu düşünmemiştim.”
“Gerildim” dedi ağzındaki lokmasını çiğnerken. Hala gözleri yemeğindeydi ve asla Karga’ya bakmamıştı. “Gerilince bu kadar yiyor olmak tuhaf, genelde tersi olmaz mı?”
“Yooo”
Karga gülümsedi. Onunla tanıştığından beri günlük gülümseme sayısı bir hayli yükselmişti. İşin güzel tarafıysa Fare’nin bunu büyük bir çabayla yapmıyor olmasıydı.
“Monica’yla ilişkinden sonra Fenrir’i seçmiş olması garip. Gerçi kadının hakkını yemeyeyim. Tutarlı bir insan. Hep sinir bozucu insanlardan hoşlanıyor belli ki.”
“Sarı kafa büyücüyle hiçbir ortak yanım olmadığına oldukça eminim Fare, şansını zorlama.”
Eden gülümsedi. Bu söylediğinin onu tetikleyeceğini biliyordu. Nihayet gözleri yemeğinden kalktı ve ona bakarken geniş bir gülümsemeyle arkasına yaslandı.
“Hani Kristaller’in sevişme hikayeleriyle ilgilenmiyordun? Senin içeriden sevgilin olmuş. Bunu benimle nasıl paylaşmazsın.”
Karga gözlerini devirdi ve birasını yudumladı. “Öncelikle Monica benimle beraberken Kristal değildi. Ayrıca tüm sevgililerimi seninle paylaşmak zorunda olduğumu bilmiyordum. Samimiyetin sınırlarını bilelim Fare.”
“Hangi sınır?”
“Bu işte. Sevgililerimi konuşmak istemiyorum sınırı.”
“Bunu karşılaştırdığımızı hatırlamıyorum.”
Karga konuşmanın akışını durduran bu an için duraksadı. Birayı içerken gözlerini kısmıştı. Aslında kafasının içinde kelimeyi döndürüyordu. “Karşılaştırmak mı?” dedi şüpheli. Sanki kelimenin doğrusununun bu olup olmadığına emin olamıyordu. “Ona öyle denmiyordu gibi geliyor.”
Fare omuz silkmişti ve suyunu kafasına dikerken bundan şüphlenmemişti bile. “Karşılaştırmak mı?” Karga tekrar etmişti. Hala zihnini yokluyordu. Yabancı gelen şeyi anlamaya çalışıyor gibi. “Kararlaştırmak” dedi sonunda nefes bırakıp rahatlayarak. “Kararlaştırmadık.”
Fare bundan da etkilenmemişti bu yüzden omuzlarını yeniden silkti. Karga sürekli zihniyle oynayan kelime oyunları yüzünden kendi sözlüğünü de çamura bulayan Fare’nin bu rahatlığına gülümsedi.
“Peki,” Karga ciddiyetini toparlayıp masaya doğru yaklaşınca, Fare de gülümsemeyi bırakmıştı. “Bu Fenrir denen adama ne kadar güveniyorsun? Yani sonuçta o da büyücü ve gelir gelmez “tüm büyücülerin suçu değil” gibi bir giriş yapmasına huylandım.”
“Ben de büyücüyüm Karga.”
“Evet, ama söylemek istediğim bu değil, biliyorsun. Konuya kişisel durumunu eklemeden kafa yorar mısın lütfen?”
Fare kollarını bağladı ve iç çekti. Haklıydı. Bu yüzden düşünürken gözlerini etrafta, yemek yemeye çalışan, yerini bir türlü bulamayan ya da sevgilisiyle kavga eden insanların arasında gezdirdi. Normalden daha az sayıda insan vardı çünkü şu an şehir olabileceklerden korkuyordu. Pazarda olanların yeniden tekrarlanmasından, hala hastalığın bulaşma ihtimalinden korkuyorlardı. Bu yüzden özellikle çocuklu ailelerin dışarıda olmayı tercih etmemesi anlaşılır bir şeydi. “Ben şuna eminim Jack; dağın yamacındaki büyücü şehrindeki tüm büyücüler bu işin içindeydi. Fenrir bunun böyle olmadığını söyledi ama kolay manipüle edilebilir biridir. Yani ona bu bilgiyi, sırf böyle bir toplantıda kullansın diye bilerek vermiş olabilirler.”
Jack dikkatle onu dinlerken başını sallıyordu. Yine doğru noktalara parmak basıyordu ve bu kadar ciddi değerlendirmelerinde genelde haklıydı. “Öyleyse Monica bunu anlayacaktır. O zaman bizim krala gitmenin yolunu bulmamız gerekiyor. Ayrıca mümkünse büyücülerin planlarını. Bu pazar realeti, yapmak istedikleri tek şey olamaz.”
Fare başını salladı. “Bunu ben hallederim. Büyücülerin ne bildiklerini anlamanın bir yolu olabilir.”
“Bunu sen halledemezsin, en son seni kehribar taşına bağladıklarını hatırlatırım Fare.”
“Seni havada anlıyorlar Jack. Normal bir karga gibi görünmeyecek kadar büyüksün ayrıca büyü auran oluyor. Benden daha savunmasız sayılırsın.”
Jack, bu durumdan mutsuz iç çekti. Onu yalnız göndermek istemiyordu. Kendisi giderse neler olabilir kestiremiyordu çünkü haklıydı. “Pekala, şöyle yapalım. Sen, Wolfgang ile git. Hem onun büyüye karşı direnci var, yani özel eğitimliler. Ben de kral işini çözerim?”
“Tamam.”
Fare o kadar çabuk kabul etmişti ki gözlerini istemsizce kıstı. Fakat düşününce en mantıklı şeylere karşı direnme gibi kötü bir huyu yoktu. Kehribar taşının etkisinden korkması doğaldı ve birinin yanında olması muhtemelen daha güvenli hissettirecekti.
“Sana üzerine düşünmen gereken bir soru. Seni zorlayacak, üzerine üstünlük kurabilecek güçte bir büyücü var mı? Yani gittiğin yerde.”
Fare samimi bir şekilde gülümsedi ve masaya doğru eğildi. Onun bu endişesi tatlıydı. Ancak aynı zamanda ona kötü hissettirmeden kafasındaki soru işaretlerini gidermek için müthiş bir çaba harcıyordu. “Böyle hassas olmaya çalıştığında çok sevimlisin.”
Karga kaşını kaldırdı ve rahatsız olmuş gibi arkasına yaslanıp “şansını zorlama, soruma cevap ver” dedi. Fare’nin gülümsemesi genişledi. Bu hali az önceki halinden daha da sevimliydi çünkü zayıf anlarının görülmüş olmasından hoşlanmadığı için bunları saklamak için de insanüstü çaba harcıyordu.
“Merak etme, en kötü ihtimalle denk kalırız. Bana üstünlük kurabilecek büyücüler pek yok.”
Karga, Fare’nin özgüveninden etkilenmiş bir şekilde hafifçe gülümsedi. “Harika” dedi içtenlikle. Sonra birasını bitirdi ve kalktı. “Sen biraz dinlen, Wolfgang’i sana göndereceğim. Ben de kendi işimi halledeyim.”
Karga masaya para bırakırken, Eden onun elini yakaladı. “Saray sinsidir Jack, dikkatli ol.”
“Ben bir kargayım unuttun mu? Ben de sinsiyim.”
***
“Sinirin geçti mi?”
Monica Kristaller’in ceketinden giymişti ve Jack ile koridorda yürürken mesafesini koruyordu. “Senin sinir bozucu yeni sevgilinle karşılaşmazsam iyiyim.”
Monica gülümsedi ama cevap vermedi. Jack’in huysuzluklarına hakimdi. Onu daha fazla tetikleyecek herhangi bir şey söylemekten çekinmek için elinden geleni yapacaktı.
“Prensi geçebildiğine emin misin? Kral’ın odasına girmeden üzerime balta savrulmasını istemem.”
“Eminim. Kralla konuşalım. Bu durumu anlayacağına eminim. Sadece kafası çok dalgın ve kendini hareket edecek kadar motive edemiyor.”
Karga anlayışla başını salladı. Kraliçeyi kaybetmişti ve peşinden gelen tüm gerçeklerle tek başına mücadele etmesi gerekiyordu. Kral bunun için büyütülmüştü. Bunu başarabilirdi yine de kraliçeye olan aşkı da herkes tarafından bilinirdi. Bunun için toparlanması gerekecekti. Yalnız ve onsuz kaldığını kabullenmesi gerekecekti. Insan, bunu kabullenmek için de çok ciddi bir zaman dilimine ihtiyaç duyuyordu. Tüm rutinlerinde artık onun olmadığını gördükçe ve en ufak hareketinde bile enerjisinden uzaklaştıkça kendine gelecekti.
Odaya geldiklerinde içeri girmeden “Monica,” dedi ciddi bir ses tonuyla. Monica da durmuş ve konuşmasının devamını duymak için sakince bakışlarını ona çevirmişti. “Bu Fenrir. Yani huysuzluk yaptığımı düşüneceksin ama ona ne kadar güveniyorsun? Bunu bilmem lazım. Senin hislerine güvenirim.”
Monica ona biraz daha dikkatli baktı. Kralın odasının kapısı yanına yaslandı ve biraz düşündü. “Onunla aynı yatağı paylaşacak kadar güveniyorum. Fakat, o siyasi amaçları olan bir büyücü. Bireysel anlamda bana zarar vermeyeceğine emin olsam da kendi çıkarları için gözünü karartabileceğine de eminim. Bu senin için yeterli bir cevap olur mu?”
Karga başını aşağı yukarı salladı. Aslında Fare ile hemen hemen benzer yorumları yaptıkları için ne düşünmesi gerektiğini daha iyi biliyordu.
“Evet, fazlasıyla. Teşekkür ederim.”
Monica başıyla önemli olmadığını anlatan bir selam verirken, “şimdi kralla konuşalım. Dua et de kendinde olsun. Bazı günleri korkunç”
“Dua kısmını bana bırakırsan, sıkıntı çıkabilir, biliyorsun. Bunu sen yap, ben iyi düşünmeye çalışayım.”
Monica gülümsedi. Karga da hafifçe tebessüm etmişti. En azından aralarındaki gerginlik azaldığı için onunla olan iletişimleri normale dönmüştü.
Monica kapıyı tıklattı ve birkaç saniye sonra “gel” sesiyle içeri girmeleri için kapıyı açtı. Odanın içi karanlık, kalın perdeler sonuna kadar çekiliydi. Buz gibi ve mum kokuyordu. Onlarca mum tüm köşelerde erimiş, bitenlerin yerini yenileri almış ama bir daha aydınlatamayacak mum sonları birer ceset gibi öylece kalmıştı. Oda bu kadar karanlık olduğu için muhtemelen, günün her dakikası mumlardan biri yanıyordu. Şömine üzerinde de erimiş mum kalıntıları şekline katkı sağlamış, aşağı doğru sarkıtlar oluşturmuştu. Kral uzun boyluydu ve aslında tam da kraliçeye yakışan bir eş olarak güzel bir adamdı. Yine de şu an kendine hiç bakmadığı için uzamış sakalları birbirine girmişti. Yine aynı şekilde kahverengi saçları da bakımsız görünüyordu. Bağlamamıştı bile. Omuzlarına kadar uzamışlardı. Bir kral olduğu düşünüldüğünde onu şimdiye kadar hep jilet gibi görmüşlerdi. Fakat bir adam kendini nasıl hayattan soyutlayabilir ve tüm karanlıklara karşı salabilirdi. Bunun en keskin örneklerinden biri olabilirdi.
Karga başıyla selam verdi. Monica selam verirken muhafız selamını kullanmıştı. Sonrasında Jack’in birkaç adım önüne geçerek Kral’ın ona gözlerini çevirmesini sağlayacak girizgâhı yapmıştı.
“Efendim, bize sadece birkaç dakikanızı ayırabilir misiniz?“
“Size çok akıllı şeyler söylemem zor Monica fakat senin için her zaman. Yanındaki kim?”
Karga nihayet fark edilmiş olduğu için ileri hareket etti ve “Jack, efendim” dedi.
Kral başını salladı ve arkasına yaslanarak belki onuncu kadehini içmeye başladı. “Dinliyorum, lütfen devam et Monica.”
“Efendim, konu oğlunuz. Fakat bu konuda sizin yetkinize ihtiyacımız olacak. Size durumu en başından anlatayım.”
***
Tüm yol boyunca sessiz kalmak Wolfgang’in özelliklerinden biriydi ama Fare böyle biri değildi. Hiç yanlarındayken bu derece sessiz kaldığını hatırlamıyordu. Bu yüzden elinde olmadan “neyin var senin?” diye sordu. Fare omuz silkti. Çadırların olduğu alana ve büyücülerin koruma halkasına çok yaklaşmışlardı. Wolfgang ona cevap vermeyen Eden’i daha fazla zorlamamaya karar verdi. Neyse ki onu merakta bırakmadan tüm ketumluğundan kurtulmuştu.
“Bu Monica, hala Jack’e aşık mı?”
“Yani sevgilisi var artık ve çok uzun zaman oldu, sanmıyorum.” Wolfgang elinde olmadan gülümsemiş ve bu, Fare tarafından fark edilmişti. “Gülme” dedi bu yüzden. “Sabahtan beri sessiz olmanın sebebi, onları merak ediyor olman mı?”
“Hayır” dedi kendinden emin bir şekilde Fare. “Yani, tek sebebi değil. Diğer sebebi büyücülerin taşlarını nasıl bulacağımız konusunda hala keskin bir planımın olmaması.”
“Bence bunun için kafanı yorma, direkt giriş yapacağız ve ana çadırı bulup, konuşacağız. Ayrıca Jack’in sana düşkünlüğünü biliyoruz. Monica’ya aklının gideceğini sanmam.”
“Saçmalama. Bana düşkün falan değil. Hadi önüne bak Wolf.”
Wolfgang gülümserken onlar da çadırların arasında sıralanmış çiçeklerin arasında dizilmiş toprak taşları takip ettiler. Gerçekten, tıpkı bir şehir gibi her açıdan düzenlenmişti. Sadece evler çadır şeklindeydi. Bu yamaçta ortada havuz, dar sokaklar ve geniş bir meydan vardı.
Şu an ellerini kollarını sallaya sallaya yürüyor gibi görünseler de aslında şimdilik, en azından aurası fark edilene kadar Fare onlara etkili bir yansıma büyüsü yapmıştı. Bu sayede görünmüyorlardı ve ışık sayesinde saklı kalıyorlardı. İlerledikleri yol boyunca aslında hep karanlık bir sis ve Fare’nin hala Wolfgang’e henüz detayını vermediği tuhaf bir his vardı. Sanki ondaki bu gerginliği fark etmiş gibi Wolfgang onun daha yakınına gelip “bir terslik mi var?” diye sordu.
Fare önce dalgınca başını sağa solladı ama çadır şehri sokaklarının derinliklerinde ilerlemişken daha da gerildiği için; “bizi göremezler ama hissedebilirler. Sonuçta burası büyücülerle dolu ve o kehribar taşının bazı rahatsız edici özellikleri olabilir.”
“O zaman şu kehribar taşlarını bulup, ortalığı bir an önce temizleyelim. Nerede olduklarını hissedebiliyor musun?”
“Evet ama ne yönde olduklarını. Yani karşımızda duran üç çadırdan birinin içindeler ama hangisi net olarak söyleyemiyorum.”
Fare çadırlardan birinin arkasına onları geçirirken eğildi. “Beni dinle, Jack benden ayrıca büyücülerin ne bilip, ne bilmediğini de öğrenmemi istedi. Bu yüzden ikiye ayrılalım. Sana koruma yapacağım ve aynı zamanda büyüden hemen etkilenmiyormuşsun. Kehribar taşlarını sen bul. Yapabilir misin?”
Wolfgang şüpheli bir şekilde ona bakmaya devam etti. “Ben yaparım ama sen güvende olacak mısın emin değilim.”
“Merak etme iyi olacağım. Kehribar taşlarını halledersen, bana bir şey yapamazlar.”
Wolfgang başını salladı. Sonra çadırları işaret ederek “bu önümüzdeki üç çadırdan birinde diyorsun değil mi?”
“Aynen öyle. Sessiz ol. Zaten büyün olacak yine görünmeyeceksin ama aynı zamanda seni hissedebileceklerini biliyorsun. O yüzden mutlaka sakin ve çok dikkatli ol.”
“Anlaşıldı.”
Wolfgang’in sözünü aldıktan sonra Fare kendini çadır şehrinin diğer tarafındaki çadırlarına doğru yönlendirdi. Aslında Wolfgang’in büyücüler arasında olması hala ona pek güven vermiyordu. Büyücüleri sevmiyordu. Ancak yine de kehribar taşını kullanacak güce sahip değildi ve hiçbir şey olmasa Jack’e olan bağlılığına güveniyordu.
Fare düşünceleri içinde yürümeye devam ederken aslında bulmak istediği bir kişinin olduğunu biliyordu. Bunu, buraya gelirken de biliyordu. Aslında bu, en başından beri aklındaydı ama karakterinin aksine paylaşmak istememişti. Wolfgang’den ayrılmasının sebebi de buydu. Çünkü Wolf, Jack’e sadıktı, Eden’a değil. Burada gördüğü her şeyi anlatacağını o kadar iyi biliyordu ki, böyle şeyleri hafızalarına dahil etmek pek istemiyordu.
Çadırdan içeriye girerken büyüsünü düşürdü ve artık görünmez olmadığını bilerek sağlam adımlarla kendini mum ışığına bıraktı.
“Bu çadıra gelmen çok uzun sürdü.”
Lucian sanki bir büyücü değil de bir savaşçıymış gibi giyinmemeye bayıldığı için pantolonu dışında bir şey giymiyordu. Çadırın sıcacık şöminesinde ısınmış önündeki kitapları karıştırdığı yatakta uzanıyordu. Kızıl saçları alnına dağılmıştı.
“Tabii ki hissettin değil mi?” Fare bundan kaçamamış olduğu için kendine kızmıştı ama Lucian özel bir büyücüydü. Hisler konusunda ondan daha iyisi neredeyse yoktu.
“Seni her yerde ve her zaman hissedebilirim. Kendine kızma.”
Eden gülümsedi. En azından bir tipi vardı. Flörtöz adamlara bayılıyordu.
Lucian nihayet yerinden kalktı ve Eden’a sıkıca ama kısaca sarılıp “nasılsın?” diye sordu. Sesindeki şevkat, bu kadar karanlık ve sis dolu bir ortam için fazla samimiydi.
“Senden bazı şeyler öğrenmeye geldim zamanın var mı?”
“Hmm,” Eden’in aniden konuya girmesine karşılık kollarını bağladı ama sonrasında hızlıca çadırın etrafına bir gizlilik büyüsü yaptı. “Dinliyorum.”
Lucian yatağa geri oturdu ve Eden’in da gelip onun yanında bağdaş kurmasını izledi. Gergindi. Nadiren bu kadar gergin olurdu. Gözleri daha da kısıldı. “Neden gerginsin?” diye sordu samimiyetle.
“Burada olmamam gerekiyordu.”
“Ne demek o şimdi?” Lucian’ın sesinde şüphe vardı. Daha çok birinin onu incitip incitmiyor oluşunu anlamaya çalışıyordu. “Neyse beni dinleyecek misin?”
“Peki” Lucian pes etmiş en azından konuşmak için motive hissederken konuşmasını istiyordu. Eden onun omzuna başını yasladı ve iç çektikten sonra hızlıca konuşmaya başlamıştı. Unuttuğu bir şey olsun istemiyordu. Aslında bu hızın sebebi, buydu.
“Yani sende benim içeriden sana bilgi aktarmamı mı istiyorsun tatlı şey?”
“Yani öyle denemez. Senin bunlara dahil olmayacağına eminim. Belki bildiğin bir şey vardır ve söylemek istersin.”
Lucian gülümsedi. Bal rengi gözleri loşlukta bile parlıyordu. “Hala sevgilim olsaydın farklı şekillerde borcunu öde diyebilirdim ama şu an sana bunu da yapamıyorum.”
Eden gülümsedi. “Her zaman bir beyefendi olman güzel.”
Lucian başını sallarken “şimdiye kadar bir faydasını görmedim ama teşekkür ederim.”
“Evet?” Eden doğruldu ve bakışlarını ona çevirdi. Yakınında olmak hala hoşuna gidiyordu ama birbirlerini iki çekilmez insana çevirmeyi başardıkları için ayrılmışlardı. Doğru karardı ama ilk başta hoşlarına gitmemişti.
“Aslında bildiğim, Castel ve diğer element büyücülerinin bu işi istiyor oluşu. Nedenini bilmiyorum ya da fikrin kimden çıktığını da ama şehrin sınırındaki bir büyücü grubuyla işbirliği yapıp kehribar taşlarını aldılar. Sanırım bu pazarda olan olayı da gösteriş için yaptılar. Gerçekten tam olarak salgın bir hastalık istiyorlar mı emin değilim. Tek bildiğim madem Prens bunu yapmak istedi o zaman tamamen yönetimi devirip, büyücüleri de içeriye dahil edelim.”
“İyi de büyücülerin saraya girmesi yasak değil ki?”
Eden’in safça söylediği bu cümleye Lucian başını yatırıp gözlerini kıstı. “Emin misin bebeğim? Kristaller özel bir büyü testinden geçer, büyü sahibi olmaman önemlidir. Ayrıca kraliyet ailesinde de kraliçeye kadar kimse büyücüleri öne atmazdı. Hatta önceki tarih kitaplarında saklandıklarını biliyorum.”
“Of!” Eden’in sıkılmış isyanı sonrası bıraktığı derin nefes çadırın içini daha da sıcak yapmıştı sanki. Lucian gülümsedi. Onun huysuz hallerini hiç bir zaman ciddiye alamamıştı. “Haklı olman canımı sıkıyor.”
“Yine de…” Lucain onun saçını düzeltirken düşünceliydi. “Bu yaptıklarını haklı çıkarmıyor çünkü masum insanların acı çekmesinin kimseye faydası yok.
“Fenrir sarayda”
Lucian kaşlarını kaldırıp şaşkınlıkla başını sağa sola salladı. “Adam hedeflerini kovalamayı asla bırakmayacak. Yine de ona da dikkat et, biliyorsun sarayda bir yönetim isteniyorsa Fenrir’in buna dahil olmaması imkansız.”
Fare başını salladı ve yataktan kalkarken Lucian’ın bileğini tutmasıyla duraksadı. “Bu kadar sohbetin bir öpücüğü hak ettiğini düşünüyordum.”
“Mutlaka düşünüyorsundur ama ne yazık ki yapmamam Luci. Bir seneden fazla zamandır benimle öpüşmedin, eminim idare edebilirsin.”
Lucian gülümsedi başını sallarken o da ayağa kalktı ve yeniden sarıldı. “Edebilirim. Doğru. Bu işleri tek başına çözmeye çalışma lütfen, Castel gibi biri tarafından boğazından kan akmış halde seni bulmak istemiyorum.”
“Merak etme yardım edenler var.”
Eden kendini çadırdan dışarı çıkarmak üzereyken Lucian’ın onu belinden geriye çekmesiyle affaladı. “Luci, ama…”
Lucian onun ağzını kapatmıştı. Gözlerindeki bal rengi kırmızı renkli bir ışıkla biraz daha parlak hale gelmişti. Bu, bir şey hissettiğinde olurdu. Bu yüzden susması gerektiğini anlamış ve elini dudaklarından çekmesini sağlamıştı. “Seni hissetmişler. Çadıra gelenler var, buradan başka türlü çıkarmamız lazım seni.”
Fakat onlar bir yol bulamadan çadırın kapısı açılmak istenmişti. Lucian’ın yaptığı koruma ve gizlilik büyüsü hala sağlam olduğu için dışarıda beklemek zorundalardı. Ta ki büyüyü kırabilecek biri yanlarına ulaşana kadar.
“Eden beni dinle, buradan yine görünmeden çıkman lazım, onları oyalarım ama çok hızlı olmalısın. Hiçbir şeyin dikkatini dağıtmasına izin verme.”
Fare, plan hoşuna gitmemiş gibi başını sallıyordu ama söylediği yol dışında da bir plan yapamıyordu. “Sen?” “Durduk yere huzurunu bozdum, bunu halledebileceğine emin misin?”
“Merak etme. Zaten sıkılıyordum. Ben bir yolunu bulurum. Benimle kolay başedemezler, biliyorsun.”
Doğruydu. Lucian birçok büyücüden daha farklı bir büyücüydü. Büyü kaynağı farklıydı ve hislerle ilgili kuvveti onu tüm rakiplerinin hareketlerini önceden tahmin edebilen bir ustaya dönüştürüyordu.
“Çok yakındalar, beni fark etmelerini engellemen lazım.”
“Onu ben halledeceğim. Hızlı hızlı ama kendinden emin çık çadırdan. Sonra bana bir karga yollarsın.”
Eden tam çadırdan çıkmak üzereyken bir anda geri dönmüştü. “Ne?!” “Neden karga dedin?” Lucian muzur gülümsemesiyle ona bakıyordu. Omuzlarını silkti ve “hadi git” dedi. Eden kendine gelememiş halde, “Bunu hissetmiş olamazsın” dedi.
“Kalbinin heyecanlandığı herkesi hissedebilirim. Bunu bir türlü kabullenmiyorsun ama öyle.”
Eden bir an için üzerine çöken suçluluk hissini Lucian’a mı yoksa Jack’e karşı mı hissetmesi gerektiğinden emin değildi. Zamanı kalmamıştı bu yüzden Lucian’ın yanına hızla gidip ona sıkıcı sarıldı. “Teşekkür ederim. Sana güvenebileceğimi biliyordum.”
“Her zaman.”
Eden onunla son kez göz göze geldikten sonra görünmezliğiyle beraber çadırdan dışarı kendini atmıştı.
Çadırın önünde ondan fazla büyücü vardı ve aslında kendi aralarında fısıldaşarak, “neden çadırı açmıyor ki” diye söyleniyorlardı. Daha çok bunu yadırgıyor, bunda, Lucian’ı suçlayabilecekleri bir detay arıyorlardı. Büyücüler iyi ya da kötü birbirine değer verirdi çünkü az sayıdaydılar. Bu yüzden büyücülerin birbirlerini öldürdükleri pek sık olmazdı. Şu anda da Fare, Lucian için bunu umuyordu. Ona zarar vermeyeceklerini düşünüyordu. Fakat sonunu görebilecek kadar kalamayacağı için umut etmekten öteye gidemiyordu.
BÖLÜM 7: FENRİR
Jack kendini yatağa bıraktığında Fare bir süredir uyuyordu. Mesafe uzak olduğu için, bu iş başladığından beri pazarın dibindeki handa kalıyorlardı. Wolfgang yine Kristal Karargâhın’da kalmaya devam ediyordu ama sabahları erkenden günün geri kalanında hangi tehlikeli işi yapacaklarını kurgulamaya, öğrendiklerini anlatmaya geliyordu.
Saat belki sabaha doğru üçe geliyordu ve Jack in kendini sırtüstü yatağına atıp, elini alnına koyması ay ışığında bir silüet olarak görünüyordu. Fare elini yastığının altına soktu ve ona iyice sarılarak gözlerini Jack’e doğru açtı.
“Her şey yolunda mı?”
O kadar sakin ve uyku mahmuru sormuştu ki aynı sakinlik Jack’in de üzerine sinmiş ve kafasını çevirip ona bakmasına neden olmuştu. Sesi melodi gibiydi.
“Gürültü mü yaptım?”
“Hayır.”
“Her şey yolunda. Kral konuşması ve sonraki düzenlemeler biraz zaman aldı. Sabah anlatırım. Uykunu bölme. Tek parça olduğunu görmek güzel.”
“Wolfgang vardı unuttun mu?”
“Yine de çok aksiyonlu anlar yaşadığınızı söyledi.”
“Ne ara yetiştirdi acaba.” Fare söylenerek iç çekti ve yeniden uykusuna dönmek için arkasını döndü. Jack’in bir anlığına boğazından çıkan ses onun tepkisine güldüğünü anlatıyordu.
“Monica’yla yeterince öpüştün mü?”
Jack yeniden gülmüştü. Uyku mahmuru hala söylemek istediği her şeyi gayet açık bir şekilde söylüyordu.
“Neden Monica’yla öpüşecektim ki?”
Fare bir şey söylemedi. Fakat verdiği cevap sanki onu rahatlatmış gibi yerinde kımıldanmıştı. “Güzel” dedi sonunda ama devamını getirmeden uykusuna nihayet dalmıştı. Jack de aynısını yapmak için diğer tarafa döndü ve birkaç saat için hiç düşünmek istemediği tüm konulardan uzaklaştığı derin bir uykuda kaybolmak için kendini bıraktı.
***
Fare, kollarını bağlamış yüzüne güneş yansırken Jack’in uyuyuşunu seyrediyordu. Dışarıda halar kar vardı ve soğuktu ama bu kış güneşi, soğukta elini bir fincan kahveyle ısıtmak gibiydi. Aslında kafasında çözmeye çalıştığı şey, Lucian’ın söylediğiydi. “Kalbini heyecanlandıran mı?” dedi kendi kendine. Jack’in muntazam yüzüne, beline kadar açılmış tişörtüne ve beyaz tenine bakarken böyle mi hissediyordu? Lacivert, siyah saçları yastığa serilmişti ve o kadar masum gözüküyordu ki bu adamın, huysuzluktan ölebilen o adam olduğuna inanmak neredeyse imkansızdı. Fakat Lucian’ın hakkı vardı. Kalbinin hızlandığı kesindi. Güzelce hazırlanmış bir makarna kadar güzel duruyordu.
“Beni korkutuyorsun” Jack ona dönmeden konuşmuştu. Sesi sabahın pesliğindeydi ve kendine gelmeden önce belli ki onun varlığını hissetmişti. Sonra kolunu başının üstüne koyup başını Fare’ye çevirdi. Eden omuzlarını silkip yer değiştirdi.
“Korkmaya yer arıyorsun.”
“Ne yapıyordun? Kaç dakikadır orada durup bana bakıyorsun. Bunu hissetmem için sana bakmama gerek yok.”
“Neden heyecanlandın mı?”
“Evet.”
Fare bakışlarını yeniden Karga’ya çevirdi. Bu verdiği cevapta da netti. Sesinde hiç sarkastik bir ton yoktu. “Bu kadar dürüst olman sinir bozucu.” Fare üzerini değiştirmek için paravanın arkasına gitmişti ve konuşmaya devam ediyordu. “Beni dakikalarca izlemen de sinir bozucu.”
“Tamam izlemem bir daha.”
Karga güldü. Sesi paravanın arkasından bile duyulmuştu. Tatlı, küçük bir tını. Karga başını salladı ve kafasını toparlamak için kendini sarsmaya çalıştı. Onu özlüyorum gerçekten, diye düşündü istemsizce. Şu an onun yanına gelmiş olmak, sabahın bu aydınlığında onunla didişmek ona yaşadığını hissettiriyordu. Bu hislerden o kadar uzun zamandır uzaktaydı ki kafası bulanıyordu. Sanki 15 yaşında gibi ne hissettiğinden asla emin olamıyordu. Ne yapmak istediğinde, ne yapması gerektiğinden, ne söylemesi gerektiğinden ya da doğru anın gelip gelmeyeceğinden. Hiçbir şeyden emin olamıyordu.
“Ne düşünüyorsun o kadar dertli acaba?”
Fare gri pantolonu ve üzerine geçirdiği biraz boğazlı bej kazağıyla o kadar tatlıydı ki, şu anda da ne yaptığını bilememek çok doğal gibiydi. Gözlerini ona kaldırdı ve yüzündeki bakışın nasıl olduğunu düşünmeden “seni,” dedi.
Fare paniklemiş gibi kaşlarını çattı. Gözlerindeki bakış daha çok “böyle şeyler söyleme artık” gibiydi ve yanaklarının kızardığına yemin edebilirdi. Bir saniye sonrası, bir önceki anından daha da tatlı olmayı başarıyordu.
“İyice delirdin Karga. Kalk hadi Wolfgang yemekten patlamadan önce aşağı inelim.”
Ve öylece odadan çıkmıştı. Karga gülümsemesini bastıramıyordu çünkü onu bu kadar heyecanlandırdığını görmek hoşuna gidiyordu. Kalkıp o da hazırlandı ve aşağıya indi.
Wolfgang gerçekten de koca bir kahvaltı tabağını bitirmişti ve çayını içerken dışarıda yeniden atıştırmaya başlamış karı seyrediyordu. Hala kış güneşinden parçalar ara ara etrafı aydınlatıyordu ve içerideki şömine sıcaklığı o kadar keskindi ki insanın huzurlu hissetmemesi için hiç bir sebep yoktu.
Fare “aslında çok sebep var” diye geçirdi içinden. Büyücülerin tehlikesi, büyücülere olan tehlike ve tüm bu normal hayatlarına devam eden insanlara olan tehlike, hiç biri henüz geçmemişti. Öyle hissediyordu ki sanki bir adım bile çözüme yaklaşamamışlardı. Kehribar taşlarını almış olmaları dışında. Ki, bu aldıklarının, büyücülerin elindeki tüm taşlar olduğuna da emin olmaları çok zordu. Büyücüler farklı bölgelerde çadır şehirleri kurardı. Gittikleri yerde geride hiç kalmamıştı ama başka bir bölgede hala ellerinde çokça olabilirdi.
Masaya oturduklarında Wolfgang’in mavi gözleri onlara döndü. “Çok fazla uyuyorsunuz.”
Karga, arkadaşının karşısına oturup, son birkaç lokmadan faydalanmak için tabağını önüne çekmişti. Fare aynı anda kahve istiyordu ve ikisi de pek konuşmaya gönüllü görünmüyorlardı. Wolfgang her zamanki gergin anlarından biri olduğunu düşünerek kollarını masaya koydu. “Dinliyorum Jack, Monica ve kral konuşması başarılı mıydı?”
“Sen öğrenmedin mi?”
“Öğrendim. Fakat senin açından duymak istiyorum.”
“Ayrıca ben hala bilmiyorum” diye araya girdi Fare, kahvesi önüne gelmiş ve bir yudum almıştı bile.
Karga yan gözle önce Fare’ye baktı. Sonra ifadesi ciddiyetine büründü. “Herşeyi yine de anlatamam bir planımız var ve şanslıyız ki Kral günündeydi. Elbette ki bu yasa ve büyücülere yapılabilecek herhangi bir şey için çok öfkeli. Ancak direkt Prens’e saldırarak ve bu karar için yasak koyarak işi yapmak istemiyor çünkü, işte bilirsiniz adam kendi oğlunu tanıyor diyelim.”
“Hmmm,” Fare düşünceli bir şekilde ona baktı. “Yani bize yardım edecek ama bu yaptığınız plan doğrultusunda öyle mi?”
Karga onaylayarak başını sallarken kahvesinden içti. “Bugün bir toplantı yapılacak, oraya gideceğiz. Toplantıyı erteletirsek, gerisi Kral’da.”
Fare tam konuşacakken önünde belirip bir anda masaya düşen yeşil parşömen parçasıyla bir an için irkildi. Aslında aynısını Wolfgang de yaşamıştı ama Karga sadece kağıdın düşüşünü izlemişti. Fare kağıdı alıp açarken Jack de gözlerini kısmıştı. Şüpheci olması normaldi ama Fare bunun kimden geldiğini çok iyi biliyordu. Bu, zamanında Lucian ile aralarında oluşturdukları bir haberleşme sistemiydi. Tehlikeli işlere bayıldıkları için bu şart olmuştu.
“Sakin olun” dedi Wolfgang ve Jack’in gerginliğini fark ederek. Kağıdı dikkatle okurken kaşları kalktı. Onu izleyen iki adamın notu daha çok merak etmesine sebep olmuştu.
“Nerdesin, anlatmam gereken bir şey var. Lucian.”
Normalde böyle telaşlı şeyler yazmazdı. Bu yüzden Eden da hemen bulundukları hanı yazdı ve kağıdı yeniden avuçlarının içinde kaybetti.
“Ne bu sihirbaz olmaya mı karar verdin?” Jack’in onu iğnelemesi Fare’nin de ona sinirli bir bakış atmasına sebep olmuştu. “Lucian, bir şey öğrenmiş olmalı. Yanımıza gelecek.”
“Lucian kim?”
Jack sanki sorunun cevabı Wolfgang’deymiş gibi ona bakmıştı ama o da omuzlarını kaldırmıştı. Eden, Çadır Şehri’nde olmasını istemediği ve bu yüzden gizli yapmış olduğu bu görüşmenin devamının olacağını düşünmediği için istemsizce endişelenmişti. Aslında neden endişelendiğini bile bilmiyordu. Karga’yı rahatsız mı etmek istemiyordu yoksa Lucian’la zaman geçirmek onu geriyor muydu tam olarak anlayamıyordu. Fakat içinde bulundukları tüm durumlar ilkine daha yatkın olduğunu düşündürüyordu.
“Lucian kim?” diye tekrar etti Karga.
“Çadır Şehri’nde bana yardım etti. Eski bir arkadaşım. Ona güvenebiliriz.”
“Peki,” Karga bir şeyler sakladığına emin olduğunu gösterir gibi ona bakmaya devam ediyordu. Aslında bu kadar zeki olması sinirlerini bozuyordu. Herşeyi devamı gelmese de birbirine bağlayabilirdi. Bu, korkutucuydu.
“Çadır Şehri’nde yardıma ihtiyacın mı olmuştu? Benim neden bundan haberim yok?” Fare gerilmiş halde arkasına yaslandı ve bu soruyu soran Wolfgang’in mavi gözlerine baktı. “Evet, kaçmam gerekti, Lucian oradaydı. Yardım etti.”
“Ama bunu diğerleri bilmiyor mu?”
“Biliyordur. Yine de kimse Lucian’ı kaybetmek istemez. His büyücüsü. Ondan daha güçlüsü yok gibi bir şey.”
Karga kafası karışmış gibi başını sağa sola salladı. Kahvesinden içerken sakince yeniden bakışları Fare’ye döndü. “His büyücüsü ne demek?”
“Of! Ne çok soru sordunuz. Ben gidip yiyecek bir şeyler alıp geliyorum.” Fare masadan kalkarken Karga onun bileğini, buz gibi elleriyle yakalamıştı. Dokunuşunun üzerindeki etkisi mi yoksa ellerinin soğukluğumu emin olamıyordu ama Fare içinde oluşan fırtınadan kurtulmak istememişti. “Ne saklıyorsun sen?” Fare, Karga’nın ısrarlı bakışlarına karşılık gözlerini kaçırdı. “Bırak beni tüylü kuyruk. Açım.”
Jack, Fare’nin gidişini izlerken iç çekti. O kadar inatçıydı ki, kendi için bile baş etmesi çok zordu. Onlar Wolfgang ile bakışırken ve durumu anlamaya çalışırken kapı açıldı. Içeri giren uzun boylu adam önce kapının önünde kızıl saçlarındaki karları temizledi. Yiyeceklerini almaktan dönen Fare de onu görünce genişçe gülümseyerek gidip sıkıca sarıldı. Karga rahatsız olmuş gibi arkasına yaslandı. “İçimden bir ses bu adamı hiç sevmeyeceğim diyor.” Wolfgang arkasını dönüp kapıya doğru bakınca gülümsedi. “Yakışıklı biri. Uzun boylu insanları seviyor. Bir standardı var.”
Karga gözlerini karanlık bir ifadeyle arkadaşına çevirdiğinde Wolfgang gülümsedi. “Çok gerginsin dostum. Kendine gel.”
“Sana onun yanından ayrılma demiştim Wolf, neden onu Çadır Şehri’nde bıraktın?”
“Ah, bu durum bana mı patladı? Orada bu lazımdı. Plan, onun planı. Ben de doğaçlamasına ayak uydurdum.”
Jack omuz silkip onların masaya yaklaşmasını izlerken kahvesinden birkaç yudum daha almıştı bile. “Belki de daha sert bir şeye ihtiyacım var, mesela viski” diye geçirdi içinden, ona bu kadar geniş bir gülümsemeyle bakmış mıydı, emin olamıyordu. Kıskanç biri olmaktan nefret ediyordu ama bu Fare, kafasını çok karıştırıyordu.
“Lucian, bu Wolfgang ve Jack.”
Lucian ceketini çıkarırken ikisine de gülümsedi. Ama Jack’e elini uzattığında “Ah, Karga” dedi bir şeyi fark etmiş gibi. Ne kadar gizli olsa da Jack, Fare’nin onu parmağıyla uyardığını gördüğüne yemin edebilirdi. “Selam” dedi sadece fazla sıcak sayılmayacak bir ses tonuyla. “Şöyle ki,” dedi masaya oturur oturmaz boynundaki atkıyı çıkarmaya başlamıştı. Bu arada yüzündeki kızarıklık ve soğuktan çıkmış bir insan gibi derin nefes alıyordu. Saçlarını eliyle düzeltti ve bal rengi gözlerini daha da öne çıkararak kollarını masaya koydu. Fare, hemen karşısına, Karga’nın yanına oturmuştu.
“Çadırdaki ekibin yeni bir saldırı planı var ve anladığım kadarıyla başka bir çuval kehribar taşını da hızlıca bulmuşlar gibi görünüyor.”
“Ne?” dedi Fare şaşkın. “Bunlar az bulunmuyor muydu” Wolfgang’in sorusu iki büyücünün de bakışlarını ona çevirmesine neden olmuştu. “Normalde evet ama kimlerle iletişim kuracağını bilirsen, hergün sana bir çuval yeni taş getirebilirler.” Lucian’ın açıklaması Wolfgang’in başını sallayarak konuyu anlamasını sağlamıştı.
Fare elindeki kuruvasanı ısırırken onları dinliyordu. Lucian yüzünü aydınlaran bir gülümsemeyle uzanıp Fare’nin çenesinden kuruvasan parçasını silmişti. Sonra sanki az önce yaptığı hareketi her zaman yapıyormuş gibi yeniden konuya dönmüştü. “Bugün bir festival var, şehir merkezinde. Orada, geçen pazarda yaptıklarını yapmaya çalışacaklar.”
“Hastalık işi, bundan vazgeçmeyecekler anladığım kadarıyla” Fare ağzındakini bitirip yorum yapmıştı. Kargan’nın bakışları dışarıya kaydı. Herkes normal bir gündeydi ve rahat görünüyordu. Bu yaşananlar sürekli yaşanırsa sürekli gerginlik ve insanların evlerinden çıkamayacak hale gelmesine neden olurdu. Bu, korkunç bir plandı.
“Sana iki Kristal versek, oradaki işi çözmen mümkün mü? Yani yardım etmeye niyetin var mı bilmiyorum ama?”
Karga hala çok soğuk konuşuyordu. Sırf bu yüzden Fare yan gözle, yargılayıcı bir şekilde ona bakmıştı ama her zamanki gibi bu bakışını görmezden geldi. Lucian ona dikkatle baktı. “Şu an ne yapıyorum gibi görünüyor?” sesinde aslında aksi ve iğneleyen bir ton yoktu ama Fare, Jack’in gerildiğini oturduğu yerden hissedebiliyordu. Bu yüzden hafifçe dizini, dizine vurdu. “Kendine gel” demenin iyi bir yoluydu.
Jack yine Fare’ye bakmadı ama sakindi. “Peki o halde. Monica ve Wolfgang sana yardım etsin. Kristallerle festivali sakinleştirmek ve aramak daha kolay olur.”
“Doğru.” Lucian arkasına yaslanırken kollarını bağladı. “O zaman bunu biz hallederiz.”
“Biz bugün yasa için olan toplantıyı bozmaya çalışacağız” diye araya girdi Fare. Madem onlara yardım etmeye karar vermişti ki Fare buna da bir hayli şaşkındı çünkü Lucian böyle şeylere karışmaktan nefret ederdi, onların yapacaklarını da bilmesi gerekirdi.
“Pekala o zaman yola çıksak iyi olur, hazırlık başlamıştır” Lucian atkısını yeniden sarmaya başlamıştı bile kalktı ve Wolfgang de onunla beraber ayaklanmıştı. İkisi de hazırlıkları bitince Lucian “memnun oldum Jack, iyi şanslar” dedi. Karga tam ona cevap verecekken Lucian, Fare’nin başının üzerine öpücük bıraktı. “Dikkatli ol tatlı şey.”
Onlar handan çıkarken Eden, Lucian’ın sırıttığına yemin edebilirdi. Çünkü aslında Jack’in hislerini anlamaya çalıştığına emindi. Böyle şeyleri düşünürdü. İnsanların reaksiyonlarını, hislerini tetikleyen şeylere verdikleri tepkileri görmeye bayılırdı. Onun için çocuk oyuncağıydı. Onlar çıktığında Karga aniden Fare’ye döndü.
“Benimle dalga geçiyorsun değil mi?” sesi öyle keskin çıkmıştı ki Fare’nin kaşları çatıldı. “Ne? Ne hakkında?”
“Söylemediğin ne? Bu adamın senin hayatındaki yerini öğrenmem lazım yoksa bana hep sinirlenirsin.”
“Ne bu tehdit mi?”
“Alakası yok. Ben kendimi tanıyorum, önlem alıyorum.”
“Sevgilimdi. Uzun birkaç yıl. Birbirimizi öldürtmeyelim diye ayrıldık. Yeterli bir cevap mı?”
“Evet.”
Jack çok gergindi bu yüzden kalktı ve hızlıca masadan uzaklaşmak için ceketini giydi. “Hadi saraya gecikmeden gidelim.”
Fare sakince kalkıp giyindi. Ona önden gitmesi için zaman vermişti. Bu kadar sinirli olduğunda korkutucuydu. Sanki bir anda ateş büyücüsü olabilirdi ve etrafı yakabilirdi. Sonra anladı. Gerçekten de bu tepkiden korktuğu için Lucian’ı anlatmak istememişti. Çünkü onunla arasındaki ilişki, Monica ve Jack gibi değildi. Onlar birbirlerine aşıkken ayrılmışlardı. Yakındılar ve birbirlerine fazlasıyla benziyorlardı. Tabii, Lucian’ın az önceki gösterisi de yeterince tetikleyici olmuştu. Fare iç çekti ve dışarı çıktı. Tüm bu durdurmaya çalıştıkları olaylara odaklanırlarsa, her şey daha iyi olurdu. En azından ayrı gruplar halinde ayrılmışlardı.
***
“Monica’ya söylemeli miyiz?” Fare, Karga’nın gerginliği hala geçmediği için dikkatlice sormuştu. Tüm yol boyunca sessiz gelmişlerdi ve bu çok nadir olurdu.
“Wolfgang halleder.”
Saray’ın girişine gelmişlerdi. Jack kapının parmaklıkları önünde durdu ve içeriye baktı. Saçlarındaki karlardan kurtulmak için parmakları, parlak saç telleri arasından kaydı. “İçeriye bizi sokmanın bir yoluna bakmalıyım ama birkaç dakika burada beklemelisin, olur mu?”
Fare başını salladı. Onunla didişmek için hiç doğru bir zaman değildi. Jack’in bakışları nedense bu sayede biraz daha yumuşamıştı. “Hemen dönerim” dedi. Sonra yine o muhteşem an gerçekleşti. Saçlarının renginde bir kargaya dönüşme anı. Kanatlarını mucizevi bir yaratık gibi açarak havalanma anı. Biraz uçup, sarayın girişlerini inceleyerek, ne yapmaları gerektiğini öğrenecekti. Girmeleri gereken heryere yaptığı gibi. Fakat Jack sadece bir kanat boyu gitmişken görünmez bir kalkana çarptı ve Fare onun çarpışmanın etkisiyle elektirik kıvılcımlarıyla önüne düşüşüne şahit oldu.
“Jack!” dedi panikle. Saray koruması özel yapılmış gibi görünüyordu. Jack yere düşüp kendine gelince eski haline döndü. Şimdi insan formunda yerde yatıyordu. Fare yanına diz çöktü. “İyi misin?” kolunu incitmiş görünüyordu ama başını salladı. “Önlemlerini almışlar.” Jack iç çekerken doğruldu.
“Fenrir” dedi Fare aklına bir şey gelmiş gibi. “Fenrir ışık büyücüsü. Bu kalkan onun işi.”
“Kalkanı geçebilir miyiz?”
“Kalkanın içine girebiliriz, bizi sokarım ama sonrasını ne yapacağız?”
“Sonrasını ben hallederim yine. Şuraya sokarsan bizi, büyük bir problemi geçmiş oluruz.”
Jack yeniden formunu değiştirip, onlara en uygun girişi bulmak için kalkanın etrafında döndü. Birkaç tur sonra Eden’in önüne pike yapmıştı, “beni takip et”. Fare onun yavaşlayarak uçuşunu takip etti. Bir süre yürümüştü ve bu soğuk gerçekten keskin olmaya başlamıştı. Sonra girişi gördü. Saraya giren malzemeler için açık bırakılmış bir kapıydı. Kalkanı geçtikten sonra içeri girebilecekleri bir yer. Bahçeyi geçtikten sonrasına, ileride bakacaklardı. Jack yeniden insan formunda yanına indiğinde “sıra sende Fare” dedi. Sesindeki aşırı gerginlik artık yoktu. Tamamen olaya odaklanmıştı. Fare “şu kalkana bak,” dedi asabi bir ses tonuyla. Ellerine toplanmaya başlayan enerjiyi bekliyordu. “Resmen hırs büründüler.”
“Gözlerini hırs bürüdü.”
Fare, Jack’e sinirlenmiş bakarken onun ufak da olsa gülümsemeye hazır dudak hareketini görünce iç çekti. “Her neyse işte” dedi. En azından tüm gerginliğinin geçmiş olmasına rahatlamıştı. Fare kalkanın ufak bir kısmını esnetirken gözleri menekşe rengine dönmüştü. Elinde biriken enerji de aynı renkteydi ve önce Jack’in geçmesini bekledi.
Fare kendisi de içeri girmek için büyüyü bıraktı ama kalkan düşündüğünden daha hızlı kendini onarmaya başlamıştı. Kendisi hazırlanamadan Jack onu belinden kavrayıp içeri çekmişti bile. Bedeninin ona bu kadar yakın olması da yeterince sinir bozucuydu. Tüm tüylerini diken diken eden kokusu ve buz gibi elleri ceketinin içine işliyordu adeta. Karanlık gözleri onunkileri sömürürken iç çekti ve kendini, onun göğsüne vurarak itti. Bu da Jack’i gülümsetmeye yetmişti. Bu kadar yakışıklı olması yasak olmalıydı ama öyleydi. Her zaman öyleydi.
“Gidelim” dedi Jack nihayet ortamdaki tansiyonu dağıtarak yürümeye başlamıştı. Fare onu takip etti. Bir yol bulmuş gibi emin yürüyordu. Soru sormadı. Kafasında onlarca şey döndüğüne zaten emindi. Bu kadar zeki olmasını da yasaklamaları gerekiyordu ve bu da çok seksiydi. Bir an kendi alnına vurdu. Bu kadar çok düşünmeyi bırakmalıydı.
Malzemelerin içeri sokulduğu kapının hemen yanındaki cam, havalandırma için açıktı. “Hadi buradan girip bana kapıyı aç, buradan sığmam imkansız.”
“Biraz kilona dikkat ederseni sığarsın.”
Karga gülümsedi. “Tamam, aklımda bulunduracağım.” Ama Fare, ufak tefek olmasının avantajını taşıyordu. Karga yeterince fitti.
Fare pencereden girerken hızlıydı. Karga onun sakince inip, kapıya gelişini dinledi. İçeride kimsenin olup olmadığını da kontrol edeceği kadar beklemişti. Sonra kapıyı açtı. “Buyurunuz Prens Jack” dedi abartılı bir reveransla kapıyı tutarak. Jack başını sağa sola sallayarak şımarıklığına gülümsedi. “Teşekkürler Minik Fare.”
İçeri girdiklerinde kimsenin sesi duyulmuyordu. Jack, buradaki hizmetlilerin malzemeleri yerleştirmek için bodrumda olduğunu tahmin ediyordu. “Vay canına çörekler çok güzel görünüyor” Fare’nin kendini yeni pişmiş pasta ve çöreklere karşı kaybedişine karşılık Jack Fare’nin elini tuttu. “Kafanı toparla” dedi keskin bir sesle.
“Çok sıkıcısın.”
“Öyleyim.”
Jack, Fare’yi çekiştirerek mutfak kısmından da geçmiş yukarı kattaki koridora kadar çıkmıştı. Tüm yol boyunca elinin soğukluğunu hissetmişti ve nedense elini çekmek içinden hiç gelmemişti. Parmaklarının uzun ve aşırı estetik olması da dikkatini çekiyordu. Bu bile delirmesinin işareti olmalıydı.
Koridora çıktıklarında Jack, Fare’nin elini bıraktı. “Bu koridorun sonu toplantının olduğu salon” dedi kendinden emin. Saraya hakim olması şaşırtıcıydı çünkü normalde buradan nefret ediyordu. Yine de tüm plan sırasında Monica, her köşeyi anlatmış olmalıydı. Onlar sessizce koridoru yürürken Fare fısıldadı. “Salona öylece dalmayı planlamıyorsun değil mi?”
Karga başını “hayır” anlamında sağa sola salladı. Planı vardı ama anlatmıyordu. Bu durum hep Fare’yi daha çok geriyordu. Yine de burası ısrar edip, yaygara çıkaracak bir yer değildi. Bu yüzden susup onla beraber yürümeye devam etti.
Salona en fazla yirmi adım kalmıştı. Onları durduran etraflarını saran ışık renginde duman oldu. Fare kaşlarını çattı. Ne olduğunu anlaması için birkaç dakika geçmesi gerekmişti. Karga’ya sokuldu “Fenrir” dedi kendinden emin. Duman etraflarını, bütün mermerleri, pencereleri, kapıyı ve yönlerini kaybedene kadar sardı. İçinde kaldıkları alanda bir adım uzak kalsalar birbirlerini de görmeleri imkansızdı. Bu yüzden Jack, Fare’nin beline tek kolunu sardı. “Benden uzaklaşma” diye fısıldadı kulağına. Ne demek istediğini anlıyordu. Onları ayırıp, ne yapmak istemişti? Tek tek yakalamayı mı?
Fare ellerini açtı ve sisi dağıtmak için büyü yapmaya hazırlandı ama Jack diğer eliyle, elini indirdi. “Bekle, bize gelsin.” diye fısıldadı yeniden.
“Bize gelsin mi?” diye geçirdi içinden Fare. Bunun olacağını tahmin etmiş miydi? Muhtemelen bunu beklemişti. Asıl beklediği buydu. Fenrir’i yapmak istedikleri şeye karşı yoldan çıkarmak istemişti.
“Toplantı…” diye fısıldadı kendi kendine Fare.
“Monica halledecek.” Karga onu biraz daha kendine çekti. Tamamen ona yaslanmıştı ve tek kolu sıkıca belini sarıyordu. “Eden,” Fare ismini söylediği için bir an gerildi. Bu pek olmamıştı. “Fenrir’e karşı koyabilir misin?” diye sordu ciddiyetle. Fare gerginliğinden sıyrılıp başını salladı. Tabii ki ona karşı koyabilirdi. Kolay olmazdı ama yapabilirdi.
Sonunda ayak sesleri duyulmaya başladığında dumanın etkisiyle tam olarak ne yönden geldiğini anlamak zordu ama Jack anlamıştı. Bu yüzden Fare’ye yavaşça işaret etti. Elini tamamen kaldırmamıştı bile sadece onu o yöne çevirdi. Hafifçe. “Sizin bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum” dedi Fenrir. Sesi o kadar dağınık ve buğulu gelmişti ki Jack’in onu çevirdiği yönde gölgesini görmese yine de orada olduğunu anlaması çok zordu.
“Bilmen mi gerekiyordu? Tuhaf.” dedi Fare kendine hakim olamayarak. Karga hafifçe güldü, kulağındaki sesi o kadar etkiliydi ki Fare dikkatinin dağılmasını engellemek için yumruklarını sıktı. “Ne olursa olsun beni bırakma Jack” dedi sakince ona doğru başını biraz çevirerek. “Merak etme. Bana güven.”
Fare önce etraflarına bir kalkan yaptı. Hep inandığı bir şey varsa, büyücülerin her zaman pislik oynadığıydı. Bu yüzden her zaman önce savunmayı garantiye alırdı. Gözleri menekşe rengine dönmüştü. Sonra önlerindeki sisi açmak için yine menekşe rengi bir enerji küresi yollamıştı. İlerlediği yol boyunca etraflarındaki dumanı dağıtıyordu ve nihayet Fenrir’i görünür yapana kadar da ilerlemişti. Fenrir küreyi ezene kadar görevini yapmıştı.
Fare o kadar odaklanmıştı ki, elinde beliren enerji Fenrir’e doğru zamanda saldırmak için toplanmaya başlamıştı bile. Fakat karga “gözlerin böyle çok güzel” diye fısıldadığında bir anda kaybolmuştu. “Sus, dikkatimi dağıtma” dedi isyankar bir fısıltıyla. Karga yine güldü. Yine o ses…
Fare yeniden kendini toparladı ve Fenrir’in ona gönderdiği ışık hüzmesini savuşturdu. Kalkan hasar görmemişti. Fenrir kestirilebilir bir büyücüydü. Bu yüzden Fare, onun sonraki hamlesini tahmin etmekte hiç zorlanmıyordu. Sol elini hafifçe kaldırarak etrafında dönen menekşe renkli enerji parçacıklarını yoğunlaştırdı. Bir alev topu gibi patlamaya hazır bir küreye dönüşüyorlardı.
“Gerçekten de, bu kadar çabuk pes etmeyeceğini biliyordum,” diye tısladı Fenrir, ışık rengi bir duman gibi kaybolarak yeni bir pozisyon almak için geriye çekildi. Ancak Fare’nin gözleri onu yakalamıştı bile. Kürenin içindeki enerjiyi serbest bırakmadan önce, havayı titreten kelimelerle bir büyü daha fısıldadı. Bu, kürenin içindeki gücün peşine düşen bir avcı gibi hedefe kilitlenmesini sağladı.
“Yer değiştirmekle kurtulamazsın, Fenrir, oyuncaklarımı daha görmedin.” dedi Fare, sesi soğuk ve kararlıydı. Jack bir an onun, onun Eden’ı olup olmadığına emin olmak için bakışlarını indirdi. Hala onun Fare’siydi ama büyücü hali daha hırslıydı. Küre, bir meteor gibi Fenrir'in dumanın içine karışan siluetine doğru fırladı.
Karga, onu dikkatle izliyordu. Etrafı dikkatlice inceledi. Sonra aklına gelen şeyi yapmak için “bana güven” dedi. Karga’nın bu söylediği onun bu kalkandan çıkacağını anlatıyordu. Fare bir an endişeyle “Hayır, Jack, bekle” dedi. Fakat onu dinlemeyecekti. Kendi kanatlarını çırptı ve havalandı. Fenrir'in kaçış yollarını kapatmak için bir gölge ağı oluşturmaya başlamıştı. Siyah mürekkep gibi dağılan tüyler, kanatlarını çırptığı her noktadaydı.
Fenrir, Fare'nin enerjisine karşılık ışıktan bir bariyer oluştursa da Karga'nın gölge tuzağı, onun manevra alanını daraltmıştı. Fare gülümsedi. “İşte benim Karga’m” dedi kendi kendine. Bu tip boşlukları görmek konusunda üzerine yoktu. Fare bu fırsatı kaçırmadı ve bir büyü daha başlattı. Bu sefer, toprağın altından çıkan menekşe renkli sarmaşıklar, Fenrir’in kaçışını tamamen engellemek için etrafını sardı ve bileklerini sıkıca tuttu.
Fenrir’in sesi karanlıktan duyuldu: “Fare, sen ve o lanet kuş... İkinizi de pişman edeceğim!” Ancak sesi titremişti. Fare, alaycı bir şekilde gülümsedi. “Sana söylemiştim Fenrir. Pislik oynayan büyücülere karşı her zaman hazırlıklıyımdır. Bunu eskiden beri biliyorsun.”
“Senin benim tarafımda olman gerekir. Bir büyücüsün.”
“Ben yönetim peşinde koşmam Fenrir. Dışarıda insanların canını yakmayı kabul etmeniz. Önem sıralamalarımız çok farklı.”
Karga, bu sırada havada süzülerek Fare’nin yanına indi. Sonra yeniden bir önceki pozisyonlarında olduğu gibi tek kolunu onun beline sardı. Fenrir'in karanlık bariyeri çatırdamaya başlamıştı. Fare'nin menekşe renkli sarmaşıkları, taş zemin boyunca hızla yayılarak Fenrir’i bir kafes gibi çevreliyordu. Fenrir bu yüzden susmaya karar vermişti. Sarayın loş ışıkla aydınlanan koridorları, büyülerin etkisiyle titreşiyor, taş duvarlar Fare'nin enerjisiyle yankılanıyordu.
Fenrir bir denemeyle ışıktan aldığı güçle bir büyü daha hazırlamaya çalıştı, ama sarmaşıklar her hareketini engelleyerek sıkıca dolanmıştı. Fare'nin dudakları alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı. Ellerindeki menekşe ışık yoğunlaşıyor, çevresindeki taş duvarlara yansıyan gölgeler hareket ediyordu.
Fakat tam o sırada Fenrir, sarmaşıkların arasından bir ışık büyüsü sıkıştırmayı başarmıştı. Koridorun duvarlarından seken bir ışık hüzmesi Fare'ye doğru yöneldi. Ancak Fare bunu bekliyordu. İşte tam da bu yüzden bu kalkanı ilk önce yapmıştı. Bariyer sayesinde Fenrir’in büyüsü kalkanı yok etti ve sonra yok oldu. Sadece bir hakkı vardı. Kullandığı büyü Fare’nin kalkanına isabet etmişti.
Fare derin bir nefes alarak bir büyü halkası çizdi. Menekşe ışık, sarmaşıkları daha da güçlendirerek Fenrir’i tamamen etkisiz hale getirdi. Sarayın taş zemini, Fare’nin enerjisinin sıcaklığıyla titreşiyordu. Sarmaşıklar Fenrir’i sıkıca sardı ve hareket edemez hale getirdi. Fare, parlayan halkayı son bir kez sıkıca kapatarak Fenrir’i tamamen mühürledi.
Fare, yorgun bir nefes verdi ve sendeledi. Karga onu sıkıca tutmuştu. “İyi misin?” dedi sakince. Bu savaşın onu yormuş olabileceğini biliyordu. Çok fazla enerji harcamıştı. Eden’in konuşacak hali kalmamıştı ama ona başını sallayacak kadar iyiydi.
Koridor sessizleşti. Mühürlenen Fenrir, Fare’nin etrafında oluşan enerjinin etkisiyle tamamen yok oldu. Fare yürümek için adım atmak istemişti ama daha da çok sendeledi. “O zaman şöyle yapalım” dedi Jack onu yavaşça kucağına alırken. Fare kollarını onun boynuna dolamıştı ve başını omzuna yasladı. “Senin yanımda olman güven verici. Buna bayılıyorum.” Karga, Fare’nin dürüstçe söylediği bu cümleye karşılık kaşlarını kaldırdı. “Büyüden sarhoş mu oldun Fare?”
Eden gülümsedi. Gözleri kapanmıştı. “Büyüden sarhoş olunmuyor sersem.” En son gördüğü onun ışıldayan gülümsemesi, alnına düşen muhteşem saçları, yumuşacık bir endişeyle bakan gözleri ve inanılmaz yakışıklı suratıydı. Sonra karanlığın onu almasına izin verdi. Bu yorgunluk zihnini toparlamasına izin vermiyordu. Bu yüzden kendini uykuya bıraktı.
BÖLÜM 8: ÖPÜCÜK
“Uyanınca bu çayı yapın” Fare, Lucian’ın sesini bir rüyada gibi duymuştu. Her zamanki gibi hayat dolu geliyordu. “O, çay” diye geçirdi içinden. Büyüden sonraki tüm yorgunluğunu almayı başaran bir çayı vardı. Gözlerini açacak hali yoktu ama zihni onu sesiyle uyanmıştı.
“Ve? Eğer çay tarifin bittiyse ne olduğunu anlatacak mısınız?”
Jack yine huysuzlanmıştı. Lucian’ın sesini duyduğunda anlaması gerekirdi.
“Kristalleri kullandık” dedi Lucian ona aldırış etmeden. Bu tarafı sakinleştiriciydi. Onu sinirlendirmek ya da üzmek genelde çok zor olurdu. “Onları ortada gösteriş yapmaları için dolandırınca riske atamadılar.”
“Böyle söyleyince kendimi süs köpeği gibi hissettim.” Ve Wolfgang. Tabii ki o da gelmişti. “Benim hoşuma gitti” diğer kadın konuştuğunda Fare’nin gözleri nihayet açılmıştı. “Monica!” onlarla birlikte odadaydı. Aslında onun burada olmasına sinirlenmek istemişti ama daha çok Fenrir’le olan sahneleri hatırladığı için kendini kötü hissediyordu. Garip olan o, hiç üzülmüş görünmüyordu.
“Ah, uyanmışsın tatlı şey, nihayet, eskiden bu kadar uzun uyuman gerekmezdi” Lucian canına susamış gibi eskiden bahsedip duruyordu ve Fare arkasında oturan Karga’nın Lucian’a bakan karanlık gözlerini, yattığı yerden bile oldukça net görüyordu.
Fare yatakta doğrulurken “yaşlılık Lucian, yaşlılık” dedi. Sonra konuyu hemen havada yok etmek için Monica’ya döndü. “Şey, bana kızgın olabilirsin. Yine de…”
“Kızgın mı? Neden?” Monica oldukça rahat bir şekilde sorduğu için Fare de hızlıca cevapladı. “Fenrir.”
“Ah evet. Zaten siz oraya giderken plan buydu. Ona güveniyordum aslında ama… ilk defa Jack’in şüpheciliğinden dolayı mutluyum sanırım. Sorun yok.” dedi. Fare başını sallarken arkasına yaslandı. Hala bacaklarını yeterince güçlü hissetmiyordu. “Şu an iki tarafı da savuşturduk mu?”
“Evet, Kral’ın zamanı” dedi Jack sakince. Ona bakmıştı ama az önceki karanlık ifadesi artık yoktu. İlginç olanı korkutucu derecede şevkatli bakıyor olmasıydı. Kalbinin hızlanmasını durdurmak için Fare gözlerini kaçırdı. Lucian’ın gülümsemesini de aynı anda görmüştü. Onu her saniye anlıyordu. Bu sinir bozucuydu. “Kes şunu” dedi ses çıkartmadan dudaklarıyla. Tabii ki bu Lucian’ı daha da geniş gülümsetmişti. “Her neyse, çayını bıraktım Eden, eminim muhteşem Karga sana yardım edecektir. Artık uyandığına göre birkaç işimi halletmek için gitmeliyim.”
Fare başını salladı. Çıkmadan “teşekkürler Lucian” dedi. O da başıyla ona selam verip odadan çıktı. Aynı hızda Monica ve Wolfgang de kalkmıştı. “Herkes iyi olduğuna göre biz de dinlenelim artık, yarın görüşürüz.” Wolfgang, Monica ile beraber çıktığında Karga da ona gerçekten çayı getiriyordu.
“Vay canına söz dinlediğini bilmiyordum.”
“Çayı dökmemi ister misin?”
Fare gülümsedi “hayır, hayır” dedi panikle. Çünkü daha fazla zorlarsa yapabileceğini biliyordu. “O zaman yorum yapma, madem iyi geliyormuş iç, tatlı şey.” Fare çayı yudumlarken, Karga’nın Lucian’ı taklit etmesine gülümsemişti.
Jack karşısındaki koltuğa oturdu. Akşam olmuştu ve ay ışığının, kış bulutlarından sızdırdığı görüntüsü dışında dışarıda görülebilecek pek bir şey kalmamıştı. “Daha iyi misin?”
Karga’nın şevkatli sesi Fare’nin de gözlerini aynı ifadeyle ona çevirmesini sağlamıştı. “Benimle bu kadar ilgilenme, ciddi olduğunu düşünmeye başlıyorum.”
“Hangi konuda ciddi olmadığımı düşünüyordun ki?”
“Beni önemsemen konusunda.” Fare bunun cevabının çok sinir bozucu olacağını bekleyerek rahatlıkla söylemiş ve çayı içmeye devam etmişti. Gerçekten şimdiden kanına karışan bir ilaç gibi iyi hissediyordu.
“Önemsiyorum zaten. Bunu anlaman için ne yapmam gerekirdi başka? Çaya mı ihtiyacın vardı?”
Fare onun ciddiyetine karşılık gerildi. Bu konuşma Jack bu kadar ciddi olduğunda nedense onu çok geriyordu. Kaslarının kasıldığını ve kalbinin çıkacak gibi atmaya başladığını hissediyordu.
“Normalde bu işlere girmem imkansız, bunu şimdiye kadar anlaman gerekiyordu. Sadece senin yüzünden yapıyorum. Hala anlamadıysan kafana sok diye anlatıyorum.”
Fare bir kez daha şok olduğu için artık çayın devamını içemiyordu. Bardağı bıraktı ve onun, hala hareketlerini izleyen gözlerine baktı. “Benimle bu kadar ciddi konuşma, geriliyorum.”
“Diğerinden de sinirlerin bozuluyor. Hangisi olmamı istiyorsun?”
Fare gözlerini kıstı. “Senin içine bir şey mi girdi?” Karga gülümsedi ve kollarını bağlayarak arkasına yaslanıp, bacaklarını önündeki sehbaya uzattı.
“Hadi çayını bitir ve biraz daha uyu. Benim de dinlenmem gerek.”
Jack gözlerini kapamıştı. “Koltukta mı uyuyacaksın?”
“Evet, burası oldukça rahat.”
Eden, yatağına yeniden yattığında gözlerini bir an kapatmaya çalıştı, ama Jack’in söyledikleri zihninde dönüp duruyordu. “Normalde bu işlere girmem imkansız, bunu şimdiye kadar anlaman gerekiyordu.” Bu cümle, kalbinde bir yerlerde yankılanıyordu. Fare’nin içinde garip bir huzursuzluk vardı, ama aynı zamanda Jack’in yakınlığı, güven veren bir his bırakmıştı. Zihninin her hücresini işgal eden bir gölge gibiydi. Sanki kafasının içinde uçuyordu sürekli.
Gözlerini açıp tavana baktı. Ay ışığı odanın içine süzülürken Jack’in koltuktaki rahat nefes alışları neredeyse bir melodi gibiydi. Eden, sessizce mırıldandı, “Bazen seni anlamak imkansız.”
Tam gözlerini yeniden kapatmayı denerken, Jack’in sesi sessizliği böldü. “Sormak istediğin bir şey varsa, sorman yeterli.” Gözlerini açmamıştı ama hala onun da zihni Fare’deydi. “Of, kes şunu uyu.” dedi yorganı üzerine çekiştirerek. Jack’in gülümsemesini görmese de hissedebiliyordu. Kendi kendine konuşmasına bile izin vermiyordu.
***
Eden’in uykuya dalmasından çok da uzun bir süre geçmemişti ki Jack birden kıpırdanmaya başladı. Koltuktaki bedeni hafifçe kasılıyor, nefes alışları düzensizleşiyordu. Karga’nın genelde rahat ve kendinden emin olan ifadesi, sanki başka bir dünyada sıkışıp kalmış gibi bir korkuyla gerilmişti.
“Hayır…” diye fısıldadı, nefesi kesik kesik çıkıyordu. “Hayır, lütfen…”
Eden, bu fısıltıları duyunca gözlerini araladı. Jack’in vücudu olduğu yerde kasılıyordu. Fare, yatağından doğruldu. “Jack?” dedi, sesi yavaş ve nazikti ama bir cevap alamadı. Karga sayıklamaya devam ediyordu. Bütün alaycılığı, umursamazlığı ve tüm yaşadıklarına rağmen Fare, onun yüzündeki bu ifadeyi bir daha asla unutamayacağını düşündü. Üzülüyordu, korkuyordu ve panikteydi. Onu böyle görmek, imkansız gibi bir şeydi. “Hayır, yeter!” diye bir kez daha bağırdı Jack, bu sefer sesi çatallı ve çaresizdi. Fare hemen yanına giderek omzuna dokundu.
“Karga, uyan, kabus görüyorsun” dedi.
Jack aniden gözlerini açtı, nefesi hâlâ düzensizdi. Bir an boş boş Fare’ye baktı, sonra hızla doğrulup oturdu. Sanki az önceki görüntüler hala gözlerinin önündeydi ve aynı zamanda onu böyle görmesinden hoşlanmamış gibiydi. “Jack,” dedi Fare yumuşak bir sesle, elini hala omzunda tutarak. “Geçti.”
Jack derin bir nefes aldı, ellerini saçlarından geçirdi ve derin bir nefes daha bıraktı. “Özür dilerim,” diye mırıldandı. “Seni uyandırdım mı?” Aslında bu, tam da ondan beklediği gibi kaçamak bir tepkiydi. Yokmuş gibi davranmak istiyordu. Az önceki şey hiç yaşanmamış ve Fare buna hiç şahit olmamış gibi.
“Özür dileme,” dedi Fare, kolunu çekmeden. “İyi misin? Su getirmemi ister misin?
“Hayır, iyiyim.”
“Ne gördün anlatacak mısın?”
“İstemiyorum.”
Fare iç çekti ve kollarını bağlayarak koltuğun önüne diz çöktü. “Hadi ama biraz da olsa bu kadar samimiyetimiz var. Her şeyi sürekli kendine saklayamazsın Karga.” Jack ona az önce uyandığı gibi bir an için boş baktı. Sonra gözlerini pencerenin dışına çevirip “Sugi” dedi zar zor. Gerçekten de yüksek sesle onun adını söylemek canını yakmış gibi yüzünü buruşturmuştu. “Bunu düşünüp duruyorum. Onu korumak için neden orada değildim? Nasıl ölmesine izin verdim? Başka ne işim vardı ki? Ya da daha çok sevecen olamaz mıydım? Biraz daha çok sorgulayamaz mıydım? O kadar saçma şey düşünüyorum ki, bazen kafam çatlayacak gibi oluyor.”
Fare elini onun dizine koydu. “Onun sana aşık bir kız kardeş olduğunu ben bile biliyorum Jack, eminim bu dediklerinle ilgili bir sıkıntısı yoktu.”
Jack, bir an sessiz kaldı, gözlerini kaçırdı. Ama Fare’nin ona bakan gözleri, sanki her şeyin ağırlığını hafifletebilecekmiş gibi bir sıcaklıkla doluydu. Tuhaf bir şekilde tam da şevkate tutunmak istediği bir andı. “Ölmesini engelleyebilirdim,” dedi sonunda, sesi neredeyse duyulamayacak kadar alçaktı.
Eden, bir an irkildi. O kadar gerçekti söyledikleri. Gerçekten de onun ölümünü engelleyebileceğini düşünüyordu. Bunların hepsinden sorumlu olduğunu, kendi kız kardeşine olan sözünü tutamadığını düşünüyor gibiydi. Canının yandığını çıkan sesinden, ellerinin titremesinden ve gözlerinde daha önce hiç görmediği o melankolik bakıştan anlıyordu. Öyle ki kendi kalbini de sızlatmıştı. Böylesine üzülüyor olmasını istemiyordu. Canının yanmasını istemiyordu.
Fare, onun yanına daha da yakınlaştı. “Jack,” dedi, sesi yumuşak ve içtendi. “Bir şey yapamazdın. Sana yemin ederim bu senin hatan değildi.”
Jack’in gözleri, Fare’nin gözlerine kilitlendi. Sessizlik bir anlığına odanın içini doldurdu, ama bu sessizlikte söylenmeyen şeyler yankılanıyordu. Acılar, anılar, huzursuzluklar, şevkat açlığı, tutku ve diğer herşey. Jack’in bir anda gözlerinde değişen anlam Fare’yi de afallatmıştı. Korku ve acı yerini başka bir şeye, daha derin ve daha dürüst bir hisse bıraktı.
“Eden…,” dedi yavaşça, ismini kullanması bir itiraf gibiydi ve yine Fare’yi biraz germişti. Gözlerinin, onun resmen ruhunu görebiliyormuş gibi keskin bakıyor olmasına ne tepki verebileceğini düşünüyordu. Ve sonra, Fare’nin bir şey söylemesine fırsat bırakmadan, hafifçe öne eğildi. Ipeksi saçları alnına düşmüştü ve bakışları gerçekten de onu delip geçecek kadar keskindi. Bu ifade biraz yumuşadı. Sadece bir saniye ondan izin istiyormuş gibi bakmaya devam etti. Fare geri çekilmeyince Jack kabusla ısınmış dudaklarını, onun dudaklarına kapadı.
Öpücük, ani ama nazikti. Sanki az önce yaşanan tüm o hüzün ve pişmanlıklarından kurtulmak istiyor gibi kendinden emindi. Eden’in şaşkınlıkla büyüyen gözleri, Jack’in kalbini ısıtan ifadesini gördüğünde yavaşça kapandı. Bu an, odadaki her şeyi susturmuştu; ay ışığı bile sanki anın yoğunluğu yüzünden geri çekilmiş gibi tamamen bulutların arkasına saklanmıştı.
Jack çekildiğinde, hafifçe gülümsedi ama gözlerinde bir şüphecilik vardı. Sanki bu yaptığından emin değildi. Kendi için değil ama Fare’nin tepkisinden çekiniyor gibi. Az önceki kabusun etkisinden kurtulamadığı için yanlış anlaşılabilecekmiş gibi. Böyle şeylerde zamanlama konusunda her zaman o kadar kötüydü ki, “Özür dilerim,” dedi.
Fare bir an sustu.. Dudaklarına sanki kaynar su dökmüşler gibiydi. Alevlenmiş ve öylece kalmıştı. Onun dokunuşlarının etkisinin çok ötesinde zihnini bile deliliğe sürükleyebilecek kadar kuvvetliymiş gibiydi. Tüm bunları dizginlemeye çalışırken dudaklarında beliren küçük bir gülümsemeyle, “Eğer bir daha özür dilersen, çayı gerçekten döktüreceğim,” dedi.
Jack, hafifçe gülümsedi. Her zaman yaptığı gibi şimdi de onu gülümsetme konusunda hiç zorlanmamıştı. Jack parmağını onun dudaklarının üzerinden geçirdi. Kışın ortasındaki güneş kadar güzel görünüyordu. İçini ısıtıyordu. Kalbini hızlandırıyor ve sanki yaşadığını anlaması için bulunmak zorunda olan bir parça gibi ruhuna sarılıyordu.
Jack parmağını Eden’in dudaklarından yavaşça çekerken, onun gözlerine baktı. Eden ise hâlâ ne diyeceğini tam olarak bilemiyordu. Kalbindeki çarpıntıyı bastırmaya çalışsa da, Jack’in sıcak bakışları onu olduğu yere mıhlıyordu. Az önceki öpüşünü binlerce kez zihninde tekrar ediyordu. Hatta bunu bu kadar çok istemiş olduğunu bile fark etmemişti. Ya da etmişti.
Jack hafifçe arkasına yaslandı, yüzünde rahatlamış bir ifade vardı. Ama dudaklarının kenarında beliren o alaycı kıvrımı Eden fark etmekte gecikmedi. “Bu kadar etkileneceğini bilseydim, daha önce denerdim,” dedi Jack, gözlerini tekrar Eden’in gözlerinden kaçırmadan.
Eden kaşlarını çatıp, ona hafifçe vurdu. “Alakası bile yok” dedi, sesi sinirlenmek ile utanmak arasında gidip geliyordu. Jack onun yüzünün kızardığına yemin edebilirdi. Sadece oda o kadar karanlıktı ki bunu fark etmek çok kolay değildi.
Jack gülümsedi, ama bu sefer alaycılığından çok bir sıcaklık vardı ifadesinde. “Ciddi konuştuğumda da beni azarlıyorsun. Sana nasıl yaklaşmam gerektiğine bir karar ver Fare.”
Eden bir an sustu, sonra iç çekerek onun yanındaki koltuğa oturdu. “Sadece... her zaman böyle gafil avlanmıyorum,” dedi, gözlerini yere indirerek. “Bu kadar samimi olduğunda dengem bozuluyor.”
Jack bir süre sessiz kaldı. Gözleri, Eden’in yüzüne takılı kalmıştı. “Samimi olmak zordur,” dedi sonunda, sesi alışılmadık şekilde yumuşaktı. “Ama sana gelince… farklı hissediyorum. Bunu saklamamın anlamı yok. Yani sen de samimi olursan, durumu dengeleyebiliriz.”
Eden derin bir nefes aldı, gözlerini Jack’e çevirdi. “İnanılmazsın.” Fakat bu sefer söylenmek ya da huysuz hissettiği için böyle dememişti. Samimiyetse, ona karşı aklına gelen ilk samimi kelime buydu gerçekten de inanılmaz bir adamdı. Mükemmel ve aynı zamanda aynı derecede kusurlu ve sinir bozucuydu. Kollarını bağladı ve daha fazla konuşmak için cesareti olmadığından arkasına yaslandı. Jack de aynısını yapmıştı.
Kışın soğuk ay ışığı, az önce yaşanan sahne bittiği için sanki yeniden izin almış gibi pencereden içeri süzülerek onların üzerine düştü. Eden, gözlerini yavaşça kapadı. Bu kez uyuyacak kadar rahattı. Ama tam o anda Jack’in alçak ve o melodik sesiyle konuşması yüzünden gözlerini yeniden açtı.
“Teşekkür ederim,” dedi Jack, sanki zar zor söyleyebildiği bir itirafmış gibi.
“Ne için?”
Jack, Eden’e doğru hafifçe eğildi. Gözlerindeki şefkat, Eden’in kalbini bir kez daha sıkıştırdı. “Burada olduğun için. Sinir bozucu bir şekilde kapımı kıracak gibi çalıp, evime zorla girdiğin için. Sugi’den bahsettiğin, onu tanıdığın için. Hepsi için işte. ”
Eden’in dudaklarına yavaşça bir gülümseme yerleşti. “Her zaman. Seni sinirlendirebileceğim milyonlarca yolum var Karga” dedi. “Ah evet eminim, gerçi artık sadece Lucian’ı etrafıma salman yeterli sanırım.”
Fare, Karga’nın yorumuna gülümsedi ama ikisi de gözlerini çoktan kapamışlardı. Az önce ne yaşanmıştı şu an bunun üzerinden geçecek kadar güçlü değildi ama sabah, bambaşka olacağını biliyordu. Tüm bu an, düşünceleriyle bozulmadan uyumak için kendini bıraktı. Madem herkes güvendeydi. Gerçekten uykuya haksızlık yapmak ayıp olurdu.
***
Sabah saati odaya sızan kış güneşi odada bir çizgi oluşturuyordu. Fare bu odanın ne kadar harika olduğunu düşünüyordu. Her sabah bu kaçamak kış güneşlerini içeri alıyordu. Gece ayı olabildiğince uzun süre boyunca tepelerinde tutuyordu. Sanki büyülü bir oda gibi tüm mucize ışıkları odaya topluyordu.
Fare gerinirken yatağına taşınmış olduğunu fark etti. Bunu Jack yapmışsa bile hiç hissetmemişti. Dünkü savaşın etkisiyle derin uyumuş olması normaldi. Yanında dumanı tüten çayı gördüğünde gülümsedi. Lucian’ın çayıydı. Karga, çaya karşı inanılmaz bir sabır gösteriyordu.
Sonra bir anda kafasına dün gece yaşananlar dank etti. Öpüşmeleri… o kadar güzeldi ki, rüyalarını bile serinletmiş gibiydi. Fakat sonra utanmış hissederek yüzünü iki eliyle kapadı. Şimdi ne olacaktı ki?
Kapı açıldığında kalbi duracak gibi olmuştu. Yüz yüze gelmek istemiyordu. Aslında istiyordu ama…
Karga kusursuz fiziğiyle içeri girdiğinde ona gülümsedi. Kafasında düşünceler olduğunu görebiliyordu “güzel, uyanmışsın. Günaydın, daha iyi misin?”
Fare dili tutulmuş gibi başını sallamıştı. Ona dikilmiş gözlerini kaçıramıyordu. Saçlarının lacivert çizgilerini belirginleştiren güneş ışığının onu daha da tanrısal bir adama dönüştürmesine dalıp gitmek istiyordu.
Jack kollarını bağladı ve kirişe yan bir şekilde yaslandı. Kaşlarını kaldırmış ona soru işaretleri dolu bir ifadeyle bakıyordu. “İyi olduğuna emin misin?”
Fare yine konuşmadı. Çaya uzandı ve kendini sakinleştirmek için odağını çaya verdi. Teşekkür etmeye bile gücü yok gibiydi. Karga’nın bu defa gözleri kısılmıştı. Onun hareketlerinin anlamını çıkarmaya çalışıyor gibi dikkatlice izliyordu. “Beni izlemeyi kes” dedi Fare ilk cümlesi olarak. Karga gülümsedi. Anlamıştı.
“Ah, utanıyorsun. Tanrım, bu çok tatlı. Daha az tatlı olduğun bir ana şahit olacak mıyım, çok mümkün görünmemeye başladı artık.”
Fare çay yudumunun arasında gülümsedi ama yine de gözlerini ondan kaçırıyordu. Sonra bir anda elleri iki yanında yatağın tam yanına gelmişti. O kadar ani bir şekilde yapmıştı ki Fare’nin gözleri ona sabitlenmiş, elinde fincana sarılmış halde, yastığa kadar gerilemişti. “Seni bir daha öpmemi ister misin? Sakinleştirebilir.” muzur bir tınıyla fısıldayan sesi Fare’nin yüzündeki kırmızı rengi neye dönüştürmüştü bilmiyordu ama bu, gerginliğine hiç yardımcı olmuyordu. İşin garibi flört ettiğinde utanmaz olabiliyordu ama Karga, elini ayağına dolaştırıyordu.
“Beni rahat bırak” dedi Fare tek eliyle omzunu iterek. Jack’in gülümsemesi genişledi. İki elini havaya kaldırıp geri çekildi. “Tamam, dokunmuyorum.”
Sonra bir anda güneş ışığının onun saçlarının arasındaki telleri görünmez yapışına ve ışığın kapattığı yerleri koyulaştırmasına takıldı gözleri. Sanki bir anda Fenrir ile savaşına gitmişti zihni. Gözleri kocaman açıldı. Işık büyücüleri, ışığı harika kullanırdı. Bu onların hem daha kolay hareket etmesini, hem de…, “illüzyon!” dedi şaşkınlıkla.
“Ne?” Jack kafası karışmış gibi sordu. Konunun değiştiğini fark etmişti. “Ne? Ne hatırladın?”
Fare’nin zihninde Monica’nın rahatlığı belirdi. Sevgilisine kim üzülmezdi ki? Yani hain bile çıksa bu kısa da bir süre olsa yas gerektirmez miydi? Monica çok rahat görünüyordu.
“Jack, sanırım çok büyük bir sıkıntımız var” dedi endişeyle. Karga onun ayak ucuna oturmuştu. “Beni korkutuyorsun, ne hatırladın, söyle.”
“Fenrir, bir Işık Büyücüsü”
“Evet, bunu defalarca söyledin. Yani?”
Parmağıyla güneş ışığının içeri sızan çizgisini işaret etti. “İllüzyon, O, dün sonunda mühürlendiğini düşündüğümüz Fenrir miydi emin değilim.”
Jack anlamış gibi gözlerini bir saniyeliğine kapadı. “Kandırıldık mı?”
“Bence Monica da bu işin içinde. Zaten bana bu kadar rahat olması çok tuhaf gelmişti.”
“Evet onun için Wolfgang’e ben de onu izlemesini söylemiştim. Fenrir konusu dediğin gibiyse, durumu daha açıklanır yapıyor.”
Bugün Kral’ın da olduğu o toplantıda tuzağa düşürmek için mi yapmışlardı bunu, ya da Monica gerçekten büyücülerden nefret ediyordu ve Fenrir’le alakası mı yoktu? Bunların hiç biri için ellerinde gerçekten önemli bir delil yoktu. “Onu anlayamıyorum” dedi Fare bir an o kadar yetersiz hissetmişti ki çayı bırakıp ayağa kalktı. Odada volta atmaya başladığında Karga da onu izliyordu. “Neyi anlayamıyorsun?”
“İllüzyon olup olmadığını. Çok yetenekli.”
Jack kendini yatağa bıraktı. Çözmeleri gereken yepyeni bir sorun vardı ve bu bütün bitirmeleri gereken olayı mahvedebilirdi. Monica iyi bir oyuncu olabiliyordu. Buna inanırdı. Fakat Fenrir konusunda o da Fare’ye yardımcı olamayabilirdi.
“Yine de…” Fare bir an aklına gelen şeyden dolayı muzurca gülümsedi. “Eğer o pislikse, biz de pislik olabiliriz. Tam da ona karşı olabilecek birini tanıyorum.”
Karga’nın kaşları merakla kalktı. Elini, başının altına koyup yana dönerek doğruldu. Kendi kendine tüm süreci çözmesini bekliyordu. Birçok konuda yardım edebilirdi ama büyücülerden hiç anlamazdı. Bu yüzden Fare’nin bu işin çözümünü bulması şarttı.
“Lucian” dedi Fare çekinerek. Jack başını “hayır” anlamında sağa sola sallamıştı. Fare kollarını bağladı. “Bunu kabul etmeme şansın yok Karga, Işık büyücüsüne karşı en iyi kozumuz o.”
“Kahramanımız o mu olmak zorunda, niyeymiş?”
“Düşün, bunları bağlayabilecek kadar zekisin. Sana Lucian ile ilgili ne söylediğimi hatırlıyor musun?”
“Çok aşıkmışsınız, birbirinizi öldürtebilirmişsiniz, eski sevgilinmiş falan, başka?”
Fare gözlerini devirdi ve kendini koltuğa bıraktı. “Hayır sersem o değil. Ne büyücüsü olduğunu söylediğimi hatırlıyor musun?”
“His?” dedi Karga emin olamamış gibi. Fare başını sallarken Jack’in de zihni çalışmaya başlamıştı. Bu gerçekten de onun bağlayabileceği bir şeydi. “Kalp atışları” diye çıkardı ağzından. İllüzyonlar neredeyse insan gibi görünebilirdi. Fakat neredeyse. Yani kalp atışları olmazdı. “Onu illüzyonundan ayırmak istiyorsak, Lucian’a ihtiyacımız var. Onun söylemesi lazım.”
“Mükemmel” dedi Jack yakınarak. Fakat haklı olduğunu biliyordu. İstemeyerek ve tüm huzursuzluğuyla bunu kabul etmesi gerekiyordu. “Ona güvenebilir miyiz?”
“Tabii ki, her zaman arkamı kollar. Her zaman benim tarafımdadır.”
“Sadece evet desen de anlardım. Adamı çok fazla övüyorsun Fare.”
Eden gülümsedi. Huysuzluğu yine tüm benliğini sarmıştı. Rahatsızdı ama realist olduğu için tüm bu önlerindeki süreci kabul etmek zorundaydı. “Tamam, hadi haber ver tatlı büyücüne” Sonra yerinden kalkmıştı. “Ben aşağıda olacağım. Belki duş almak istersin.”
Odadan çıktığında Fare’nin gülümsemesi solmamıştı çünkü bunu sinirlerinin geçmesi için yaptığını biliyordu. Yine de asabiyetini kontrol etmesinin yolunu her zaman biliyor olması güzeldi.
Fare avuçlarını açtı ve yeşil parşömenin belirmesini bekledi. Sonra da ona notunu gönderdi. “Lucian, sana ihtiyacım var.”
BÖLÜM 9: KRAL
“Eden, son birkaç gündür çok fazla birbirimizi görüyoruz. Dinlenebildin mi?” Gözlerini Fare’nin arkasına kaydırıp Jack’e diktiğinde gülümsemesi daha da genişledi. "Ve tabii ki Jack. Hmm, enerjin hâlâ gergin. Bu kadar stresle nasıl yaşıyorsun?"
Jack, kaşlarını çatarak kollarını bağladı. "Beni analiz etme, büyücü." Lucian gülümsedi. İlginç olanı Karga’nın bir türlü herkese yaptığı gibi onun üzerinde dominasyon kuramamış olmasıydı. Fare, şimdiye kadar onu haşince inciteceğini düşünmüştü ama yapmıyordu. Aslında bu, tam da Fare’nin daha çok gerilmemesi için istediği tek şeydi. Bu kadar düşünceli olmayı başarıyorsa gerçekten o öpücükten bir an önce bir tane daha alması gerekecekti. Bir an öpüşmelerinin hayaliyle yeniden kalp atışları hızlandı ve zihni çıldırmış bir kurt gibi sağa sola sallandı. Lucian’ın gözleri ona doğru kısılmıştı. Ne yaşadığını biliyordu. Yine de sadece ona baktı ama yorum yapmadı.
“Fenrir illüzyonuna karşı zafer aldım sanırım Lucian.”
“Hmmm. Bu işleri biraz bozar sanırım, değil mi?”
Karga başını salladı. Mümkün olduğunca muhattap olmamaya çalışıyordu. “Emin olalım mı?” Lucian gözlerini, Fare’nin gözlerine dikti. Bal rengi gözlerinin güzelliği üzerindeki tüm koyu yeşil kıyafetle ayna gibi parlıyordu. Fare yan gözle Jack’e baktı. Onun kaşlarını kaldırıp temkinli bir şekilde “Nasıl?” diye soruşuna karşı “kokuma ihtiyacı var, yani yakından” dedi. Karga bir şey söylemedi. Burada oturmuş kıskançlık krizine giren bir adam gibi görünmek hoşuna gitmiyordu. Çünkü kıskanıyordu ama kontrol edemeyecek kadar aptal değildi. Bu yüzden omuz silkti. “Yapın ne yapıyorsanız işte, adam illüzyonsa ona göre davranmamız lazım.”
Lucian hafifçe Fare’nin elini tuttu. Çoktan yanına oturmuştu bile. Ona yaklaştı. Çok yaklaştı. Karga gözlerini kaçırmıştı. Sonra eğildi ve saçlarını boynun bir tarafına topladı ve açıkta kalan kısma doğru eğilip burnuyla sokuldu. Gözleri kapalıydı ve bir süre sonra etrafında kırmızı bir aura oluşmuştu. Sonra sanki zorlanıyor gibi eli titremeye başlamıştı ama Fare sıkıca onun elini tutuyordu. Gözleri Karga’yı buldu. Onları izliyordu. Bakışlarında bir anlam yoktu. Sadece meraklıydı. “Ne oluyor?” dedi Lucian’ın zorlanarak Fare’nin elini tutuşuna karşılık. “Bu biraz acılı bir şey. Yani kimse, anıları didiklemeye pek gönüllü olmaz normalde. Onlar için bile tatlı bir his olmadığını biliyorum.”
“Hmmm,” dedi Jack daha fazla sorgulamadan. Sonunda birkaç dakika içinde Lucian yorulmuş bir nefes bıraktı ve sadece kısa bir süre alnını Fare’nin omzuna yasladı. Daha çok soluklanarak doğrulması gerekiyor gibiydi. Elini, elinden çekti ve bir kez daha nefes bırakıp nihayet doğrularak arkasına yaslandı. Gözleri Eden’i buldu. “Üzgünüm, haklıymışsın” dedi.
Fare alnına vurup geriye yaslandı. “Bu lanet olası bir beceriksizlik. Bunu anlayamıyor olmam lanet olası bir beceriksizlik” diye söylendi kendi kendine. “Değil” dedi Lucian yumuşak bir sesle. “Bunu anlayamaman normal. Kimse anlayamıyor. Biz dışında.”
Fare iç çekti. Haklıydı. Yine de….
Fare aklına gelmiş gibi kahve için garsona seslendi. Lucian hafızaları yokladıktan sonra zihninin hep çok bulanık kaldığını söylerdi. Bunun için ihtiyacı olan şey sert bir uyarıcıydı. Bu bazen daha farklı şeyler de olabiliyordu ama artık sevişemedikleri için kahveyle yetinmek zorundaydı. Karga’nın ifadesi değişmemişti ama o da kahveye dahil olmak istemişti. Düşünüyordu. Zihnini şu andan soyutlamış görünüyordu. Plan yapmaya odaklandığı o anlardaki gibiydi. Kusursuz bir zekâ ve biraz zaman.
***
Saraya gittikleri yol boyunca karda çıkardıkları adım seslerinin hışırtısı dışında kimseden ses çıkmıyordu. Fare, Jack’in adımlarını tam arkasında hissediyordu. Ona gölgeden bir kalkan gibi eşlik ediyordu. Lucian önündeydi. Böyle kendini iki binanın gölgesinde kalmış gibi hissediyordu. Fakat bunun en kötüsü Jack’in sürekli onu incelediğini bildiği bakışlarıydı. Bunu, ona bakmadan da hissedebiliyordu. “Kes şunu” dedi dönüp fısıldayarak. “Yine bir kalp çarpıntısı duyuyorum” dedi Lucian hiç utanmadan. Fare onun sırtına vurdu ve aynı anda Jack’in de gülümsediğine emindi. Hiç konuşmasına gerek kalmıyordu. Her zaman biri Fare’yi ondan önce sinirlendirebiliyordu.
“Kral varken bizim daha resmi şeyler giymemiz gerekmez miydi acaba?”
“Seni yırtmaçlı lacivert bir elbise içinde görmeyi çok istesem de hayır gerekmiyor.” Jack arkasından çekinmeden konuşmuştu. Fare derin bir nefes bıraktı. Bu adam kafasını allak bullak ediyordu. Sinirleri gerçekten bozulmuştu. Bu ikisinin arasında kalmış gibi hissediyordu. Flört bombardımanı!
“Merak etme Eden, orada ben yanındayken kimse senin kıyafetine laf edemez.”
“Doğru, tam bir moda ikonu. Her zaman giyimine dikkat eder. Şu gömleğine baksana, ne bu kaşmir mi?”
Lucian sanki “yok artık” der gibi kısa bir ses çıkarmıştı. “İpek” dedi özgüvenli. “Tabii ki, neden şaşırıyorum ki?” Fare kendi kendine söylense de Lucian’ın gülüşü biraz ortamı keyifli kılmıştı. Jack aralarındaki bu sürekli eskiye dayanan iletişimden o kadar rahatsız oluyordu ki diyebileceği hiç bir kelimesi yoktu. Ne yapabilirdi ki? Eskiydi işte. Anıları vardı. Birbirlerine çok alışıklardı ve sinir bozucu şekilde uyumlulardı. Monica ve kendisi gibi değildi. Ya da ondan önceki hiç bir sevgilisi gibi değildi. Ya bu Fare’ye özgüydü ya da onların arasındaki bağ, onun baş etmesi imkansız bir kuvvete sahipti. İki seçenek de onu geriyordu.
Sarayın kalkanı yine tazelenmişti. Fakat Wolfgang bu sefer onlara bir yol açacağını söylemişti.
“Ben şu yolu bulup geliyorum.” dedi hızlıca formunu değiştirip kanatlanarak. Aslında bu oldukça çabuk olmuştu. Biraz iksinin de yanından uzaklaşmak istemişti. Karga formunda kendini daha özgür ve sakin hissediyordu. Lucian ve Eden onun gözden kaybolarak kalkanın etrafında dönüşünü izledi. “Çok geriliyor” dedi Lucian ciddiyetle. Sesi sakin ve yumuşaktı. Fare iç çekti. “Of ne yazık ki farkındayım.”
“Neden ayrıldığımızı anlattın mı? Yani… pek de birbirimizden sıkılıp ayrıldık sayılmazdı, o yüzden rahatsız oluyor olabilir mi?”
“Hayır, sen çok yakın davrandığın için rahatsız oluyor Lucian.”
“Ben her zamanki gibi davranıyorum.”
Fare başını sallarken gözlerini onunkilerle buluşturdu. “Evet, sorun bu. Biz hep böyleyiz. Alışması gerekecek. O yüzden ben de bunu değiştirebilecek bir şey yapamıyorum.”
Lucian yumuşak bir gülümsemeyle onun saçlarını düzeltti. “Ondan neden kaçıyorsun? Yani normalde böyle değilsindir.”
“Ne yapacağımı şaşırdığım için. Tuhaf biri. Onu anlayamıyorum. Sinirlenecek mi, yumuşak mı davranacak? Hoşuna gidecek mi, gerilecek mi? O kadar anlayamıyorum ki, içimden gelenleri istemsiz dizginliyorum.”
“Bence biraz dramatik davranıyorsun gibi. Sana karşı en ufak gerginliğini hissetmedim. Hatta her baktığında gerginliğini kırıyor gibisin. Kalbini hızlandırıyor olmanı da eklemem gerek.”
“Sen bizi mi dinliyorsun sürekli?”
Lucian gülümsedi. “Ben bunları istemsiz yapıyorum tatlı şey. Hala inanmıyorsun ama gerçekten bu bir kas hafızası. Özel bir büyüye bile ihtiyacım yok.”
Lucian onu en yakın arkadaşı gibi dinliyordu. Aslında Fare buna ne kadar ihtiyacı olduğunu düşündü. Wolfgang ve diğer herkes Karga’nın adamları gibi hissettiriyordu. “Ama sen benim desteğimsin” dedi kısık bir sesle gözlerine bakarak. Lucian yeniden gülümsedi. Elini tutup hafifçe sıktı. “Söylüyorum. Her zaman.”
Jack, yukarıdan kanat çırpıp tekrar yere iniş yaparak insan formunu aldı. Karla kaplı zemine zarifçe ayak bastığında, arkasına doğru işaret ederek “Kalkanın açık noktasını buldum,” dedi kısa bir sesle. “Hemen ileride, doğu tarafında. Wolfgang halledebilmiş gibi görünüyor.”
***
Onlar bu sefer geçen seferkinden farklı bir yönden girmişlerdi. Girdikleri nokta sarayın müzik odalarına çıkıyordu. Burası genelde, etkinlikler olmadığında boş olurdu. “Aferim Wolf” dedi Karga yapmak istediğini anlayarak. “Ne kadar sessiz” dedi Fare içeri girerken. Odanın ortasındaki iki kuyruklu piyanoya baktı. Çok asil görünüyorlardı. Etraflarında farklı enstrumanlar vardı. Arplar, mandolinler, ukulele ve kemanlar. “Bunların hepsini kim çalıyor?” diye fısıldadı kendi kendine. “Orkestrası. Etkinlik ve festival zamanlarında Kral’ın kendi çalgıcıları geliyor.”
“Vay canına. Ne büyük lüks. Çalabildiğin biri var mı?” Karga onun sorusunu duymamış gibi etrafı inceliyor ve onlara yol gösteriyordu. Odadan çıkarkan “ukulele” dedi sadece ve Fare bu cevaba kaşlarını çatmıştı. Sorusuna okadar uzun zaman sonra cevap vermişti ki, o bile ne sorduğunu unutmuştu. “Ne çaldığını sormuştun” diye fısıldadı Lucian, Fare’nin yüzündeki şaşkınlığı görünce. “Ah evet, doğru.”
Fare, Jack’in ukulele çaldığını hayal etmeye çalışırken dudaklarında istemsiz bir gülümseme belirdi. Jack’in bu kadar… basit ve eğlenceli bir enstrümanı seçmesi tuhaf gelmişti. Daha çok keman gibi melankolik bir şey tercih eder diye düşünmüştü ya da hiçbiri de ona yakışabilirdi.
Lucian, Fare’nin yanına yaklaşıp hafifçe eğildi. “Ne düşünüyorsun? Onu elinde ukulelesiyle bir serenat yaparken mi hayal ettin?”
Fare kaşlarını çattı ama gülümsemesini saklayamadı. “Bu komik olabilirdi. Hayal etmiyordum ama deneyebilirim.”
Lucian hafifçe başını eğip düşünceli bir tavırla Jack’e baktı. “Belki de göründüğünden daha yumuşak biri. Belki de senin için farklı yönlerini saklıyordur. Bilmem bazı adamlar çok sert görünmeye bayılır. Biraz zorlaman lazım.”
Jack, önlerindeki koridorda durarak ikisine döndü. “Orada kalmayı mı düşünüyorsunuz, yoksa bana katılacak mısınız? Çocuk gibi sürekli ikinizi kontrol edemem.”
Fare gülümsedi ama dudaklarını eliyle kapamıştı. Jack’i daha fazla sinirlendirmek istemiyordu. Aslında Lucian ile bu ciddiyetsizlikleri tam da neden birbirlerini öldürebileceklerine dair iyi bir örnekti. Ikisinin de kafası çok çabuk dağılıyordu.
“Döneceğim, siz yürümeye devam edin.” Karga yine formunu değiştirip koridorda kanat çırpmaya başlamıştı. En son onu böyle koridorun içinde gördüğünde güneşi getiren bir ekiplerdi. O güneş ışığının süzülen rengi arasındaki özügür kanat çırpışları hala gözünün önünden gitmiyordu. Muhteşem bir sahneydi. İkisi beraber koridorda sakince ve olabildiiğince sessiz yürümeye devam etmişlerdi. Sonra duvarların dışından yükselen borazan sesiyle bir an durmuşlardı. “Kral.” dedi Lucian kendinden emin. “Harika tam zamanında gelmişiz. Umarım Kral da bizi satmaz.”
“Sanmam, adamın karısına olan aşkı dillere destan ve biliyorsun işte büyülerden uzak değildi. Bir Şaman bağı vardı.”
Fare başını salladı. Bunu biliyordu. Zaten geçen sefer olayı çözmelerine de bu ipucu yardım etmişti. Tabii onun gelip, önlerinde bir mucize gibi belirip, anka kuşu mükemmeliğiyle onları kurtarması da hala gözlerinin önündeydi. Bir mucizeye kaç kez şahit olunurdu ki?
Karga’nın kanatlarının sesi ondan önce gelmişti. Sonra belirdiğinde etraflarında daire çizdi ve yine onu takip etmeleri için yavaşça süzülmeye başladı. “Bu çok işe yarar bir adam.” dedi Lucian takdir edercesine. “Tahmin bile edemezsin.” Fare o her dönüştüğünde büyüleniyordu. Şu anda da farklı değildi.
Karga onları karışık ve labirent gibi koridorların sessiz köşelerinden götürürken, o kadar çok zaman geçmişti ki, Fare ne kadardır bu mermerlerin arasında olduklarını anlayamıyordu. Sonunda yaklaştıklarını anlatan sesler duymaya başladıklarında rahatladığını hissetti. Karga da yeniden önlerine inip, insan formuna dönmüştü. “Pekala geldik. Fakat daha dikkatli olmamız gerek” diye fısıldadı.
“Çok fazla plan yapıyorsunuz, yetişemiyorum”
Karga bu sesi çok iyi tanıyordu. Bir anda arkasını döndü. Monica, Eden’ın boğazına bir hançer dayamıştı. “Hey, sakin ol” dedi Lucian. “Monica saçmalama” dedi Jack sinirli bir sesle. Aslında daha çok hayal kırıklığı doluydu. Bıçağın çeliği Fare’nin boğazını kanatmıştı. Bu hararet fazlaydı. Jack ona zarar gelmeden ne yapabileceklerini düşünürken gözü Lucian’ın arkasına aldığı eline kaymıştı. Kırmızı küçük auralar oluşuyordu. Gözlerini kıstı ama çok dikkat çekmemek için yeniden Monica’ya döndü. “Bırak çıkalım, tamam mı?”
“Bu minik Fare’ye çok önem verdiğini fazla belli ettin Jack, bu huyun hiç değişmiyor. Kalbinin fazla yumuşak olmasının acısını hep çekiyorsun.”
Jack aslında bunu öylece duyup, bir daha hatırlamayabilirdi. Fakat kabus gördüğü bir gecenin ardından bu düşündüğünden daha çok incitmişti onu. Yine de ifadesini değiştirmedi. Sadece alaycı bir gülümseme oluştu dudaklarında. “Doğru” dedi alaycı bir tavırla. “Bunun acısını hep çekeceğim.”
Sonunda Monica kaşlarını çattı. Eli yavaş yavaş bıçakla beraber Fare’nin boğazından çekiliyordu. Sonra kendisini neden kontrol edemediğini anlamıyor gibi panikle açılmıştı gözleri. Bıçak yavaşça kendi boğazına doğru hareket etti. Lucian’ın kırmızı aurası artık gözlerine de taşmıştı. Tıpkı Fare’nin menekşeye dönen gözleri gibi onunda bal rengi gözleri bir vampir gibi kırmızıya bürünmüştü. “Ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu. Soru Jack’e gelmiş gibiydi. O durmasını söylemediği için bıçak kendi kendine Monica’nın boğazına batmak üzere hareketlendi. Ama Monica bunu kendisi yapıyordu. Durduramıyordu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladığında aslında bu büyüyle ne kadar mücadele ettiğini anlamak zor değildi.
Son anda Wolfgang Monica’nın başına sertçe vurdu ve elinden düşürdüğü bıçağın mermer koridordaki yankılanışı sırasında onu yere düşerken tuttu. “Kristalleri öldürmüyoruz büyücü, sorguluyoruz.” dedi keskin bir sesle. Lucian’ın aurası kaybomuştu. Omuzlarını silkti. “Nasıl istersen dostum” dedi umursamaz bir tavırla. Aslında az önce yaptığı şey korkunçtu. Birinin kontrolünü almak, onu kendini bile kontrol edemeyecek kadar manipüle edebilmek. Bu korkunç bir güç olmalıydı. Jack’in yüzündeki soğuk ifadeyi fark eden Lucian “sadece kalp atışları duyabildiğimi düşünmüyordun herhalde?” diye sordu. Sesi sakindi. Aslında karanlık ve acımasız bir ton da yoktu. Yaptığı şey buydu. Bunu öğrenmişti ve büyü genetiği de o doğarken seçemediği bir özellikti. Jack ona cevap vermedi ama Fare’yi bileğinden çekip boğazına doğru eğildi. “İyi misin?” dedi yaraya bakarken. Küçük bir çizikti sadece ama gözlerindeki korku az önce onu daha çok yaralamış olmalıydı. “İyiyim” dedi Jack’in endişeyle yarasını inceleyen elini tutarak.
Wolfgang, Monica’yı kucağına aldığında “ben onu güvenli bir yere götüreceğim. Sıkıca bağlayacağım. Siz devam edin. Odanın diğer tarafından yanınıza gelirim.” dedi. Bu sırada Lucian da Eden’a bir mendil uzatmıştı. “Biraz yaranın üzerinde tut. Küçük bir şey görünüyor.” Sesi her zamanki gibi sakin ama ilgiliydi. Fare, Jack’in yüzündeki ifadeyi biliyordu. Kim ilk kez bir his büyücüsünün ne yapabildiğini görse aynı hissediyordu. Acımasız olduğu doğruydu ama az önce hayatını kurtaran da onun bu sinsi yeteneğiydi. Fare, mendili yara üzerine bastırırken, diğer eliyle Jack’in elini sıktı. Aslında daha çok “o iyi biri” diye hatırlatmak istiyor gibi bakıyordu. Jack bir süre daha onun gözlerine baktı sonra başını onaylar şekilde sallayıp elini, elinden çekti ve yine yol göstermek için öne geçti. “Şu muhafızları anlamam lazım. Yine burada bekleyin olur mu?”
O karga olarak havalandığında tavana en yakın yerde hareket ediyordu. Görülmeden ve ses vermeden gözcülük yapmak için daha iyisi yoktu.
“Benden korktu mu yoksa iğrendi mi anlamadım” dedi Lucian bir an onu seyrederken. Aslında onun en büyük sorunu da buydu. Tüm his büyücüleri onun gibi şevkatli ve yumuşak kalpli olmazdı. Bu yüzden bazıları bu güce aşıktı ama Lucian değildi. Sahip olduğu bu gücün tamamından nefret ediyordu ama yıllar içinde alışmıştı. Sadece güvende olmadıklarında gördüğü bazı büyüleri vardı. Fakat onun kimseye saldırmak için bunu kullandığına şahit olmamıştı. Bu yüzden çok iyi bir kılıç ustasıydı aynı zamanda. Bu yüzden bir savaşçı gibi giyinirdi. Çünkü genelde fiziksel olarak dövüşmeyi her zaman tercih ediyordu. Fare, Lucian’ın elini tuttu. “Şaşırdı.” dedi teselli eden bir sesle. Lucian gülümsedi. “Beni teselli etmekten hiç bıkmıyorsun ama sorun yok, gerçekten, alıştım.” dedi. Gülümsemesinin arkasına sakladığı yüzlerce şey vardı. Bazen sırf bu yüzden. Onun ne hissettiğini daha iyi anlamak için Fare de hisleri anlamayı çok istiyordu.
Karga geri döndüğünde “muhafızların değişimi var, gidelim” dedi kendinden emin. Kimsenin sorgulayacak hali de yoktu. Ne diyorsa yapıyorlardı. Iki büyücü, Karga’yı takip ederken koridorun gölgelerinde saklanarak seri bir şekilde ilerlediler. Salona girdiklerinde, kapının önünde sadece Wolfgang vardı. Kapıda durmak için gelen muhafızların ayak sesleri koridorda gitgide yaklaşıyordu. “Hadi girin” dedi mavi gözlerindeki tüm ciddiyet Fare’nin üzerine akmıştı sanki. İçeri girdiklerinde kristaller hala gelmemişti ama prens oradaydı. Kapı arkalarından kapandı. Prensle başbaşa kalmışlardı. Bu, nasıl ilerlemesi gereken bir sohbet olacaktı, Fare gerginlikle yumruklarını sıktı.
“Çok sorun çıkarıyorsunuz.”
Prens, kumral bir adamdı. Aslında annesine benzeyen tarafları vardı ama o kadar hırslı bakıyordu ki bunu anlamak için gölgenin içinden çıkmasını beklemek gerekiyormuş gibiydi. Içeri girdiklerinde üçü de başıyla selam vermişti. Her ne kadar ona haddini bildirmek istiyorlarsa bile o Prensleriydi ve bu şehirde saray yöneticilerine saygı, esaslardan biriydi. “Babamı bile çağırmışsınız. Çok tuhaf.” dedi yargılayan bir sesle. Kral hala odaya gelmemişti. Fakat o bahçeye girerken çalınan borazanlar, şehrin en uçtaki evine bile “kral saraya giriyor” diye bağırmıştı adeta. “Efendim bu saçmalık, bize bu yasayı çıkaramazsınız. Lütfen.”
Prens alaycı bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı ve gülümsedi. “Ah, sen şu büyücüsün. Fenrir senden çok bahsetti. Kendini güzel eğittiğini söylüyor ama gel gör ki yine de illüzyona kanmışsın. Gücünün yarısını bir ışık yanılsamasına harcamak hoşuna gitmemiştir eminim.”
Fare yumruklarını sıktı. Adam o kadar küstahtı ki, onunla ne konuşulabilirdi bilmiyordu. Fenrir diğer kapıdan Prens’in yanına yürüdüğünde de içindeki öfke soğumamıştı. Daha da sinirliydi. Karga yan gözle Fare’ye baktı. Sakin olmasını istiyordu. Onu tam da istedikleri tepkileri verebilecek hale getirmelerine izin vermemesini istiyordu. Bu yüzden sonra gözleri onunla aynı şeyleri düşünüyormuş gibi bakan Lucian’a kaydı. En azından sinirlerine hakim olabileceğine emin olacak kadar ona müdahile edebilirdi.
Fare onu sakinleştiren bir büyünün zihninde bir an için rüzgar gibi estiğini hissetti. Bu onu sakinleştirmişti ama bu büyüleri izinsiz kendi üzerinde kullandığı için Lucian’a çok sert bir bakış atmıştı. Lucian “başka şans bırakmıyorsun” der gibi omuzlarını silkti.
“Planın bütün büyücüleri yok ettirip, tek başına hüküm sürmek mi Fenrir?” Lucian sakince sormuştu. Sesinde öfke, tepki ya da herhangi bir duygu yoktu. Gerçekten sadece merak etmiş gibi sormuştu. Fenrir gözlerini ona çevirip güldü. “Lucian. Seni burada gördüğüme şaşırmadım desem yalan olur. Çadır Şehri’n bunu biliyor mu?”
Lucian buna cevap vermemişti. Ellerini arkasında birleştirip etrafı incelemeye başladı. Onu görmezden gelmek, Fenrir’in zayıf noktası sayılırdı. Öyle de oldu. Ona bir an için ışık huzmelerinden bir büyü göndermek istedi. Lucian’ın aynı anda kırmızı olan gözleri ışığı geri çevirdi ve odanın onlara yakın köşelerinden birine hızla sekmesini sağladı. Büyünün vurduğu yerdeki tavan parçalanmış üzerlerine tozları bırakmıştı. Prens üzerini çırparken Lucian hala çok sakin görünüyordu. “Kesin bu büyü saçmalıklarını.” dedi Prens, Fenrir’e bile sinirlenmiş görünüyordu. Fare o an gözlerini ona daha dikkatli bakmak için kıstı. “Büyüden korkuyor” dedi fısıltıyla. Bunu sadece Jack ve Lucian duymuştu. Demek Prens annesiyle arasındaki bağı da böyle değerlendiriyordu. Büyünün korkutucu olduğu gerçeğini kabullenmişti ve kontrol edemediği için ortadan kaldırmak istiyordu. Dişleri arasından çıkan bir nefesle Lucian güldü. “Zayıf, çok zayıf bir adam” diye söylendi. Bunu da sadece onlar duymuştu.
Arkalarındaki kapı açılıp muhafızlar “çekilin” derken Kral’ın geldiğini anlamışlardı. “Pekala neler oluyor burada?” diye girmişti Kral. Aslında güçlü ve kuvvetli görünüyordu. Kendini toparlamış, kraliyet zırhını giyip gelmişti. “Tryne, ne bu saçmalık” dedi yaptırımcı bir sesle. “Önemli değil baba, lütfen sen kendini daha fazla yorma. Sanırım başını ağrıtacak bir yol bulunmuş ama ben hallediyorum.”
“Nasıl hallediyorsun? Herkesi yok ederek mi? Yasaların değişmesini istemiyorum. Yeni bir yasa da istemiyorum. Yeterince yas tuttum. Belli ki şehir kendinden geçmek üzere, sen kendi uğraşlarına geri dönebilirsin.”
Kral o kadar aşağılayıcı konuşmuştu ki Prens’in yüzünün kıpkırmızı olduğunu görmek içlerini rahat hissettirecekmiş gibi düşünseler de öyle olmamıştı. Aslında istemsizce onun adına üzülmüşlerdi. Bu baskıcı bir baba ve annenin zavallı ama kendi karanlığını eğitememiş bir ürünüydü. Gölgede kalmayı tercih etmişti. Lucian gülümsedi. Kendisi de hemen hemen aynı yapıda bir aileden geliyordu. Fakat iş, içine düşülen o gölgenin soğuğundan çıkmayı öğrenmekte bitiyordu. Bazen karanlık iyi bir arkadaş olabilirdi ama onun sizi kontrol etmesine izin verirseniz o zaman her şey değişiyordu. Prens buna izin vermiş gibi görünüyordu. Hırs ve intikam duygusunun onu ezmesine izin vermişti.
Prens yerinden kalkıp sıktığı yumruklarına rağmen ses çıkarmadan birkaç adım geri çekilmişti. Jack gözlerini kıstı. Bu işin nereye gittiğini görmek için büyücü olmaya gerek yoktu. Prens kapıdan çıkmak için hazırlanırken, salonun içinde Fenrir’in ilüzyonları belirmeye başlamıştı. Sürekli yer değiştiriyordu. Bu yüzden Fare onu takip edememişti. Önce Kral’a saldırmak istemişti elbette. Onun otoritesi Kristaller geldiğinde daha etkili olurdu. Bundan önce, onu ortadan kaldırmaya çalışacaktı. Bu yüzden önce ona saldırdı. Fare o kadar hızlı bir şekilde koşarak kayıp Kral’ın önüne geçmişti ki, Fenrir’i takip eden Lucian bir an endişeyle ona döndü. Fakat yapmıştı. Her zamanki gibi önce bariyerini açmayı başarmıştı. Kralı da içine alarak. “Senin bu zayıf kalkanlarından sıkıldım” diye tısladı Fenrir. Fare gülümsedi. Onu sinir etmek çok zevkliydi. Lucian da onların yanına ilerlemiş ve kalbi atan Fenrir’i bulmak için etrafı incelemeye başlamıştı bile. Gözleri kırmızı aurasıyla parlıyordu ve aynı şekilde Eden da menekşe rengi gözlerine geri dönmüştü. Kralı koruyacaklardı ve bu işi burada bitireceklerdi.
Kral kılıcını çıkarmıştı ama kalkanın içinde kalması gerektiğini biliyordu. Hayal kırıklığı dolu bir ifadeyle oğluna bakıyordu. Prens yavaşça kapıdan çıkmak için hareketlenmişti. Jack, bunu çok önceden fark ettiği için salonun diğer tarafına tavana yakın bir şekilde süzülerek uçmuş ve Prens’in kapıya uzanan eline bir anda gaga atmıştı. Prens bir an korkuyla geriye çekilse de “aptal karga” diye söylenerek yeniden kapıya uzandı. Bu sefer ki gaga elini kanatmıştı. Çıkmasına izin vermezdi. Hiç bir karga, insanla savaşını kaybetmezdi. Prens de bunu biliyor olacak ki “Fenrir!” diye yönlendirmişti büyücüyü. Fenrir bir anda ona dikkat kesilmişti. Onunla beraber bütün illüzyonları da öyle. Elinde biriken ışıktan oluşmuş bıçakları tek tek Karga’ya savuruyordu.
“Lucian elini çabuk tut. Ona ulaşman lazım.”
Fare endişeyle karganın bıçaklardan kaçışını, takla atışını ve süzülüşünü izliyordu. Ne kadar dayanacaktı ki? Hem Prens’i tutmaya çalışıyordu, hem de Fenrir’in saldırısını savuşturmaya.
“Deniyorum. Adamın kalp atışını ayırt edemiyorum bir türlü.”
“Odaklan. Lütfen.” dedi yalvaran bir sesle. Lucian onun endişeli ifadesine baktı. Jack’in baş etmeye çalıştığı şeylere karşı korkuyordu. Haklıydı da. Bu yüzden gözlerini kapadı. Önce Fare’nin kalp atışlarını eledi. Endişeyle çok hızlı atıyordu. Onun kalp atışlarına aşinaydı. Bu yüzden bunu elemek kolay olmuştu. En yakınında Kral vardı. Onun kalbi biraz daha sakindi ama normalden yavaş. Yaşlanmış bir insanın olması gerektiği gibi. Tüm bu olan bitenin onda adrenalin oluşturmaması dikkat çekiciydi. Fakat düşündü. “Adam bu yüzden Kral.”
Sonra Jack. Karga formunda bile onun şu an içinde bulunduğu durum yüzünden yorulmaya başladığını ve kalbinin patlayacak gibi hızlı attığını duyuyordu. Çünkü tıpkı spor yapan bir asker gibi sürekli ve çok fazla hareket ediyordu. Sonra Prens. Gergindi. Kalbi tekliyordu. “Ne? Kalp hastalığın mı var? Demek bu yüzden seni komutan yapmadılar.” diye düşündü. Sonunda Fenrir’i buldu. Kalbi sakin atıyordu ama ara ara hızlandığını yakalayabiliyordu. Kendini kontrol etmeye çalışıyordu. Lucian’dan kaçmak için. “Ah” dedi gülümseyerek. “Akıllısın. Yine de yakaladım seni.” gözlerini açtı. “Eden, Prens’e en yakın olan” diye fısıldadı. Fare gülümsedi. Bu adam muhteşem bir şeydi. Fare menekşe rengi sarmaşık toplarını oluşturmaya başladığında Fenrir’in attığı ışık bıçaklarından biri Jack’in kanadını yaralamıştı. Sonra kuyruğunu ve sonra gövdesine saplanmıştı. Hareket çabukluğu kısıtlandığı için Prens koşarak kapıyı açmış ve kendini dışarı atmıştı.
Fare “Hayır! Jack” diye bağırdı. Yere düşen Karga, insan formuna dönüp bir an acıyla bağırmıştı. Lucian omzunu omzuna vurdu “odaklan.”
O sırada Fare, Jack’in yere düşmesine aldırmadan kalkanını yeniden güçlendirdi ve sarmaşık toplarını Fenrir’in bulunduğu yere doğru savurdu. Sarmaşıklar bir an için görünmez bir bariyere çarparak savrulsa da Fenrir’in etrafında bir çember oluşturmaya başladılar. "Seninle oyun oynamaktan sıkıldım," dedi Fare, sesi beklenmedik bir kararlılıkla çıkmıştı. Yine tam bir savaş büyücüsü olmuştu ve bu hali “acımasız” diye geçirdi içinden Jack. Kendini yere bıraktı. Bıçaklardan biri karnının sağ tarafına saplanmıştı. Çok derin olduğu için onu çıkaramıyordu ama acısı yüzünden hareket etmek imkansızdı. Bu yüzden nefesini bıraktı ve sakinleşmeye çalıştı.
Prens kapıyı yeniden açıp içeri girdiğinde şaşkındı. Fakat onu çevreleyen kırmızı auranın ne anlama geldiğini biliyordu. Lucian. Kaçmasını engelleyecek kadar çabuk zihnine girmiş ve geri gelmesini sağlamıştı. Kendi elleriyle içeri girmişti. Kendi elleriyle kapıyı arkasından kapamıştı. Yere diz çöktü ve yüzünü buruşturup tüm bu kontrolden kurtulmaya çalışırken göz yaşlarına hakim olamadı. Tıpkı Monica’da olduğu gibi. “Bırak beni aptal büyücü” dedi sadece Jack’in duyabileceği bir sesle. “Bırak beni.”
Sesi o kadar çaresizdi ki Jack elinde olmadan onun için üzüldü. Yine de bu en doğrusuydu. Kral’la yüzleşmesi gerekiyordu.
Fenrir bağırarak elindeki son ışık bıçaklarını Fare’ye ve kalkanın üzerine attı. Kalkan onları engellemişti. Çok beklemeden Fare onu tıpkı daha önce olduğu gibi sarmaşıklara hapsetti ve mühürleyerek büyüsüne son verdi. Diğer illüzyonlar da aynı anda kaybolmuştu. Fare kalan son gücünü de kullanmanın etkisiyle yere diz çökmek üzereyken Lucian onu omuzlarından yakaladı ve kucağına aldı. “İyisin.” dedi gülümseyerek. “Güvendesin.”
Bu sefer karanlık onu çok çabuk içine çekmişti. Son anda tek düşündüğü Jack’in iyi olup olmadığıydı. Aklına onu sakinleştiren bir cümlesi gelmişti; “Ben bir kargayım unuttun mu? Ben de sinsiyim.”
BÖLÜM 10: NAR SALATASI
“Kral gerçek bir lider çıktı. Adamın geri dönüşü için zaman kazandırdık resmen.”
“Plan buydu zaten. Onunla ilk konuşmaya gittiğimizde bize söylediği de buydu. Sanırım Monica da her şeyi bilgisi altında tutabilmek için bize yardım ediyor gibi davranmıştı.”
Fare, Jack’in fısıltısını duyduğunda gözlerini o kadar hızlı açmıştı ki başının dönmesi işten bile değildi. “İyisin!” dedi endişeyle. Yine aynı hanın odasındalardı. Koltukta Lucian ile karşılıklı oturuyorlardı. Bardakların sesi biraz arkadan geliyordu. Wolfgang belli ki onlara bir şey hazırlıyordu. Jack’in göğsü sargılıydı ve omzunda da bir sargı görüyordu. Onun dışında teni pürüzsüz görünüyordu. “İyisin” dedi daha da rahatlamış bir şekilde kendini yeniden yastığına bıraktı.
“Elbette iyiyim Fare. merak etme” dedi Jack sesinin tüm sıcaklığıyla.
Wolfgang yanı başına bardağı bırakırken, “madem uyandın iç şunu” dedi. Aynısından Jack için de götürmüştü. “Her derde şifa bir çay, kendi ürünüm” dedi Lucian gururla. “Ama tadı için de bir şeyler yapman lazım, bu korkunç” Jack’in yüzünü buruşturması o kadar sevimliydi ki Fare gülümsedi. O alışıktı. Bu çay bildiği her şeyden daha şifalıydı. Neden bilmiyordu ve Lucian hiç bir zaman ona içeriğini söylemiyordu ama bir şekilde insanın gücünü geri getiriyordu.
Jack kaçamak bakışlarla sürekli Fare’ye bakıyordu. Fare gözlerini kıstı. Ne demek istiyordu anlayamıyordu ama Lucian’ın gülümsemesine bakılırsa yine garip enerjilerini hissediyordu. “Haydi dostum” diye başladı Wolfgang’e konuşarak, “gidip şu çocuklara yiyecek bir şeyler getirelim. Ayrıca ben de açlıktan ölüyorum.” Lucian ayağa kalkıp önce Fare’nin başının üzerine öpücük bıraktı. “Çok iyi dinlenmelisin tatlı şey, çok fazla güç harcadın son iki günde.” Fare sakince başını salladı. Haklıydı. Bunu yenilemek haftalarını alacaktı. Jack’in Lucian’ın yakınlığından duyduğu rahatsızlık elbette ki geçmemişti. Gözlerini onlardan kaçırdı ve pencereden dışarıya bakmaya başlamıştı.
Lucian ve Wolfgang çıktığında nihayet bakışları yeniden Fare’ye döndü. “Bu adam sinir bozucu” dedi içindekini tutamayarak. Fare gülümsedi. Onu sevmişti. Eğer sevmemiş olsaydı şimdiye kadar yüzlerce kez kavga etmişti.
“Şöyle bir düşündüm de,” Fare çayını yudumladıktan sonra gururlu bir ifade takındı. “Senin eski sevgilin hain çıktı. Benimki muhteşem biri. Yani seçimlerin konusunda daha dikkatli olmalısın.”
“Kaşınıyorsun Fare”
Eden gülümsedi. “Gel” dedi çayını yana bırakarak, ona yer açtı. Jack ikiletmemişti. Sakince ve acılarından dolayı yüzünü buruşturarak koltuktan kalktı. Sonra Fare’nin yanına uzandı ve onun göğsüne yatmasına izin verdi. Ona o kadar sıkı sarıldı ki, Jack gülümsedi. “Yaralarımı acıtıyorsun” dedi gülümseyerek. Ama ne gülümseme. Güneş ya da gecenin ortasındaki ay gibi parlaktı. Bu gülümseme sık sık gördüğü bir gülümseme değildi. Hatta daha önce hiç görmüş müydü, hatırlamıyordu. “Orada ne olduğunu anlayacak kadar bile zamanım olmadı. Ödüm patlamıştı.”
“Benim için endişelenmen ne tatlı” Karga onun huysuz ifadesiyle yüzünü kaldırmasına karşılık hafifçe çenesini tuttu ve eğilip dudaklarını ıslattı. Fare gözlerini kapamış ve kendini bu öpücüğün içinde kaybetmek istemişti. Parmakları onun ipek kadar güzel saçlarını okşadı ve sonra Karga acıyla geri çekilince gülümsedi. “Özür dilerim.”
“Utangaçlığın kötü bir zamanda kayboldu. Bunu daha önce halledebilirdik.”
“Ne? Neyi? Neden bahsediyorsun sen?”
Karga muzurca gülümsedi. “Şu an benimle sevişmek istemediğini söylersen yalancılıktan hapse gönderirim.”
Fare gülümsedi. “Kes sesini” dedi karnına vurup. Jack bir an acıyla yeniden inledi. “Eden, gerçekten canım yanıyor.”
“Umurumda değil. Doğru düzgün davran o zaman.”
Jack yeniden gülümsedi ama bu sefer elini eliyle sıkıca sarıp başını yastığa koydu. Gözlerini kapadı. Uyuması gerekecekse, şu an gerçekten bunun için harika bir zamandı. Fare’nin sıcaklığıyla, acılarından sıyrılmak için gerçekten çok uzun bir uyku istiyordu.
“Çok güzelsin.” dedi Fare onu tam da dalmak üzere olduğu uykusundan heyecanla çekip alarak. Gözlerini açmadan, dişlerini göstererek gülümsemişti. “Senin daha güzel olduğuna bahse girerim. Hatta kardeşlerin içinde de en güzeli.”
Fare gülümsedi. Evet öyleydi. Buna karşı çıkabilecek bir tek komşusu bile yoktu.
“Unutturma” dedi onun saçlarını dalgınca ve mayışmış halde okşarken Jack. “Sana Sigu’nun nar salatasını yapacağım.”
Sigu’nun nar salatası önemli bir sözdü. Kardeşinden kalan herhangi bir şeyi onunla paylaşmak istemesi… Fare gözlerinin dolduğunu hissetti. “Tabii ki unutturmam. Ölsen bile bunun için peşinden gelirdim.”
Jack son kez gülümsedi “güzel” diye fısıldadı ve daha fazla dayanamayarak uykuya daldı. Eh, çayın böyle bir etkisi de vardı. Çok çabuk uyutuyordu. Ayrıca yaralı olması buna pek yardım ediyor gibi görünmüyordu.
Sonuçta Kral kendine gelmişti, Fenrir şimdilik mühürlüydü, Monica artık Jack’in yanına yaklaşamazdı ki bu kısım Fare için çok önemliydi, ayrıca Prens yeniden odasına hapsolduğu için şimdilik her şey yolunda gibiydi. Tek bildikleri Çadır Şehirlerinde bulunan kehribar taşları ve bu ticaret konusunun da önemli bir mevzu olduğuydu ama artık gerçekten dinlenmeleri gerekiyordu.
Karga, Fare, bir his büyücüsü ve mavi gözlü kristal, kendi kalp atışlarına sadık, toplanıp nar salatası yedikleri birkaç güne ihtiyaçları vardı.
Sadece beraber, güvende ve her şeyden uzak.
SON




Yorumlar